9 Aralık 2011 Cuma

San Pietro Katedrali ve Habemus Papam


Vatikan beni hep çok etkilemiştir. San Pietro Katedrali’nin meydanın orta yerinde kollarını açarak sizi karşılaması, sizi içeri buyur etmesi eşsiz bir deneyimdir. Tanrı’nın varlığını iliklerinize kadar hissedersiniz. Tüm o ihtişamın yanı sıra ilahi bir güç vardır burada. Kim olduğunuz, hangi dinden olduğunuz hiç önemli değildir. Sizi sarar sarmalar. Ne kadar küçük olduğunuzu hatırlatır. Hayran kalırsınız, hayret edersiniz, şükredersiniz, dua edersiniz!



Aynı zamanda dünyanın en önemli sanat eserlerini de içinde barındırır San Pietro Katedrali. Meydana vardığınızda ilk olarak Bernini’nin heykelleri ile bezeli sanki insanı kucaklayan iki kol gibi uzanan sütunlarla karşılaşırsınız. Ortada Aswan’dan gelmiş bir dikilitaş vardır ve sonradan oraya konmuştur. Meydandaki iki çeşmeden kiliseyi karşınıza aldığınızda sağda kalanı orijinaldir. Diğeri simetri yaratmak için yapılmıştır. Zaten bütüne baktığınızda sonsuz bir simetri ve ahenk görürsünüz. Eski zamanlarda Tiber Nehri (Tevere)’nin Vatikan’ın olduğu tarafında küçük evler varmış ve burada daha fakir bir halk yaşarmış. Nehrin karşı kıyısında ise asiller yaşarmış. Kilise karşı kıyıdan bile kolaylıkla görülürmüş. Kilisenin ihtişamıyla insanları kucakladığı fikri varmış. Ama faşist dönemde (ki Romalılar bu dönemden hep nefretle ve utançla bahsederler) kilisenin önüne iki tane devlet binası yapılmış ki kilisenin ihtişamı ve görüntüsü engellensin. Roma’daki 4 büyük kilisenin önünde San Pietro’nun önündeki gibi dikilitaş vardır.
San Pietro Katedrali, Aziz Peter’a ithafen yapılmış. İlk başlarda kilise Yunan Haçı şeklinde inşa edilmiş. Yani ‘+’ şeklinde (4 kol da aynı boyda). Kilise restore edilirken önce proje Raffaello’ya verilmiş. O da kiliseyi günümüzde de kullanılan bildiğimiz haç işareti şekline getirmek istemiş. Fakat daha sonra proje Michelangelo’ya geçmiş. O da projeyi bitirememiş. Projeyi bitiren Bernini’dir. Zaten San Pietro’da her yerde onun yaptığı heykeller ve sütunları görürsünüz.
Kilisenin 5 ana kapısı vardır. En sağdaki diğerlerine göre daha küçük olan kapı sadece 25 senede bir açılır. Hıristiyan hacılar (pilgrim, İtalyanca pellegrino)  her 25 senede bir sene boyunca günahlarının affedildiğine inanırlar ve buraya gelip affedilmek için dua ederler. Mesela 2000 senesi böyle bir seneymiş ve kapı bir sene boyunca açık kalmış. Kapının kapanması da özel bir seremoniyle oluyor. Kapıların üstünde figürler var. Her Papa geldiğinde kapılara yeni figürler eklermiş.


Kiliseye girdiğinizde ilk sağda ünlü 'Pieta'yı göreceksiniz, sakın şaşırmayınJ Pieta, İsa’nın gerildiği çarmıhtan indirildikten sonra Meryem Ana’nın kucağında gösterildiği figürlere verilen isim. San Pietro Katedrali’ndeki meşhur ‘Pieta’ da Michelangelo’ya ait. Toscana’dan özel olarak seçilmiş bir mermerden yapılmış. Michelangelo’nun mermere verdiği forma inanamıyorsunuz. Bu kadar sert ve soğuk bir malzemeden bu yumuşaklık ve kıvrımların çıkmasına hayran oluyorsunuz.
Kilisenin tavanına doğru bir şerit halinde yazılar var. İnanmayacaksınız ama her bir harf 3 metre yüksekliğinde. Buradan da kilisenin ihtişamını anlayabilirsiniz. Bu arada Michelangelo’nun yaptığı heykelin kilisece kabul edilmesi büyük bir olay. Çünkü o dönemde kilise için yapılacak işler sadece Romalı sanatçılara veriliyor. Oysa Michelangelo Toscanalı.
Kilisenin bir özelliği de tüm eserlerin Vatikan Müzesi’ne kaldırılıp orijinallerin birebir kopyalarından oluşan eserlerle bezeli olması. Bu eserler aslında tablo gibi gözüküyor fakat dikkatli baktığınızda mozaik olduğunu anlıyorsunuz. Kilisenin içinde tablo yok, tüm eserler mozaik. Vatikan’ın bir mozaik okulu var ve tüm mozaikler buradan çıkma. Çok ilginçtir ki bu eserlerin aynı yağlıboya tablo gibi gözükmesi mozaik sanatının sonunun geldiğinin belirtisi gibi düşünülüyor. Çünkü mozaik ayrı bir dal ve aslında eserin mozaik olduğunun belli olması gerekiyor.


Kilisenin tam ortasında Papa’yı sokaklarda taşıdıkları arabanın çok büyük bir taklidi var. Tam tamına 29 metre yüksekliğinde. Bronzdan yapılmış. Üstünde arılar var. Bu İtalya’nın asil ve köklü ailelerinden Barberini ailesinin sembolü. Kilisenin alt katında ise mezarlar var. Bu mezarlığa ölen Papa’lar gömülüyor.


Yine orta bölümde 4 köşede 4 ayrı heykel var. Biri bir Fransız artist, biri Bernini, biri de Bernini’nin öğrencisi tarafından yapılmış. Heykellerden biri İsa’nın öldükten sonra yüzünü sildikleri bir kumaş parçasını taşıyan bir kadını tasvir ediyor. Bu kumaş parçasına İsa’nın yüzünün şeklinin çıktığına inanıyorlar.
Arkada San Pietro’nun 2 Yunan, ‘ Romalı rahip tarafından taşınan bronzdan arabasının heykeli var. Bu heykelin üstünde altından melekler var. Bu San Pietro (Aziz Peter)’nun göğe çıktığı anı sembolize ediyor. Kilisenin sol tarafına geçince heykellerde ölümün farklı şekilde tasvirlerini görüyoruz. Papalar, ölü bedenleriyle değil de yaşarken gösterilmiş ve Papalar’daki farklı özellikler ana heykelin dışında altlarında başka heykellerle tasvir edilmiş. Öyle ki bunlar arasında kadınlar da var. Örneğin kum saati tutan bir iskelet zamanı sembolize ediyor. Sol taraftan yürümeye devam edince ilk kez Papa’ların ölü de gösterildiği heykeller görüyoruz ve en sonda kapısı kapalı bir mezarı gösteren heykel var ki bu en yenisi. Bu tarzdaki en büyük heykel Viyana’da bulunuyor. Özetle kilisenin sol tarafında heykel sanatının gelişimini görüyoruz.


San Pietro Katedrali’nin büyüsü sadece eserlerle bitmiyor. Tüm Hıristiyan aleminin merkezi olan bu bazilika aynı zamanda ritüelleriyle de insanı etkiliyor. Pazar ayinleri sırasında Papa’nın çıkıp balkonda konuşmasını dinlemek için binlerce insan meydana toplanıyor. Meydana yerleştirilmiş dev ekranlardan da Papa’nın konuşması naklen yayınlanıyor. Ama benim en ilgimi çeken ritüel ‘Papalık Seçimi’. Bir Papa öldüğü zaman dünya üzerindeki tüm kardinaller yeni bir Papa seçmek üzere Vatikan’da toplanır. Kardinaller ağır işlemeli kaftanları ile Michelangelo’nun eşi benzeri olmayan eserinin de bulunduğu Sistine Şapeli'ne kapanıp oylama yaparlar. Genelde kardinaller arasında Papa olmak için 4 favori aday vardır. Bunlara ‘preferiti’ denir. Çoğunluğun tercihiyle bir tanesi Papa seçilir. İlk turda bir çoğunluğa varılmazsa ikinci tur oylama yapılır ve Papa seçilene kadar bu böyle devam eder.  Vatikan Yasaları’na göre kardinaller Papa seçilebilmek için Sistine Şapeli’nde bulunmalıdırlar ve bir Papa seçilene kadar şapeli terk edemezler. Bu sırada meydanda insanların görebileceği şekilde bacadan siyah duman çıkar. Bu, Papalık seçiminin devam ettiğinin göstergesidir. Duman beyaza döndüğünde artık Hıristiyanlık aleminin yeni bir Papa’sı vardır. Bu haber balkondan Latince ‘Habemus Papam’ yani ‘Bir Papa’mız var’ şeklinde duyurulur ve yeni Papa halka kendini tanıtarak ilk ‘Urbi et Orbi’ kutsamasını yapar.


Oğul Odası (La Stanza del Figlio)’ndan da tanıdığımız Nanni Moretti’nin hem yönetip hem oynadığı son filmi ‘Habemus Papam’ tam da bunu anlatıyor. Bu film, Filmekimi’nde merakla beklediğim filmlerden biriydi. Film aynen yukarıda anlattığım ritüelle açılış yapıyor. Bence bu kısım filmin en büyüleyici kısmı. Sırf bu bölüm için bile film izlenmeye değer. Papalık seçimleri çok gizli bir şekilde yapılır. Bu yüzden bu toplantının yayınlanması yasaktır. Bu film sayesinde toplantının ve oylamanın ayrıntılarına şahit oluyoruz. Oylama sonucunda‘preferiti’ler arasından Michel Piccoli’nin canlandırdığı kardinal, Papa seçiliyor. Fakat bu göreve ve halkın önüne çıkmaya hazır değil. Kardinal sinir krizi geçirip halkın önüne çıkmaktan kaçınca konusunda bir numara olan Nanni Moretti’nin canlandırdığı psikanalist San Pietro’ya çağırılıyor ve zor şartlar altında Papa’yı tedavi etmeye çalışıyor. Çünkü Papa’ya çocukluğu veya cinsellik hakkında soru sormak yasak. Tabii ki terapiler süresince San Pietro’yu terk etmek de.


Film, konusu açısından oldukça cesur. Özellikle Katolik mezhebi Papalık mertebesini kutsal gördüğü için Papa’nın insani zaafları olabileceğini gösteren bu film, konusu açısından çarpıcı. Seçim sahnesinden sonraki bölümde film biraz yavaş ilerliyor. Hatta yer yer sıkılabiliyorsunuz fakat bütünüyle izlemeye değer. Daha çok psikolojik unsurlar barındıran bir dram niteliği taşıyor. Konusu açısından  The King’s Speech’i andırıyor. Kadrosu da oldukça kuvvetli. Özetle Roma’ya gittiğinizde San Pietro Katedrali’ni gezmenizi ve ilk fırsatta ‘Habemus Papam’ filmini izlemenizi tavsiye ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder