25 Eylül 2011 Pazar

Antonio Berardi

Günümüz modasının kilit isimlerinden biri haline gelmiş modacı Antonio Berardi, 2012 İlkbahar/Yaz koleksiyonlarının sunulduğu London Fashion Week’de yine en çok dikkat çeken kreasyonlardan birine imza attı.



Antonio Berardi kimdir?
Londra’da bulunan ve birçok ünlü modacıyı yetiştiren Central Saint Martins’den çıkma bir cevher daha! Berardi okula devam ederken bir yandan da John Galliano’nun asistanlığını yapmış. 1994’te okul bitirme projesi olarak hazırladığı koleksiyon o kadar başarılı olmuş ki Londra’daki birçok buyer’ın dikkatini çekmiş. Okulu bitirdikten hemen sonraki sezon da ilk profesyonel koleksiyonunu hazırlamış zaten.
Berardi, kendi stilini Baroque’n Roll olarak tanımlıyor. İngiltere’ye göç etmiş Sicilyalı bir ailenin oğlu ama İtalyanlar her başarılı tasarımcıyı özümsedikleri gibi Berardi’yi de gerçek bir İtalyan gibi görüyorlar ve onun tarzı için  ‘italianissimo’ diyorlar. Kreasyonlarında kadın vücudunu ne kadar iyi tanıdığını belli eden geleneksel kıvrımları kullanıldığı parçalar göze çarpıyor.  Onun için ‘idol  tasarımcılar’, John Galliano, Azzedine Alaia ve Charles James.  Berardi, sokak modasından, Latin Amerika müziğinden ve 80’lerin postmodernizminden esinleniyor.
Koleksiyonlarının sembol parçaları genelde sanki üstünüze dikilmiş gibi, ‘cuk’ diye oturdu dediğimiz elbiseler ve ceketler. Kendisi bunu ‘eldiven’ gibi diye tanımlıyor: sanki eldiven gibi üstümüzü saran elbiseler ve ceketler:)


Berardi kadınını nasıl tanımlarız?
Çekici, şehvetli ve aynı zamanda duygusal doğasını tanıyan kadınlar ve onun yarattığı detayları hassasiyet ve titizlikle taşıyabilenler Berardi kadını olabilir. Blake Lively, Victoria Beckham ve Gwyneth Paltrow onun elbiselerini en iyi taşıyan ünlülerden.



2012 İlkbahar/Yaz koleskiyonunda ne var?
2012 İlkbahar/Yaz defilesinde de yine gölgeleme, çiçek baskıları ve elbette ki kendisinin çok önem verdiği dikiş ön planda.  Koleksiyonda, ışık ve bu kış da çok moda olan kırık beyaz kullanılmış. Yumuşaklık, akıcılık ve asimetri vurgulanmış. Elbiselerde macro kristaller, inci yansımaları ve transparan payetlerle yapılmış işler kullanılmış. Ben en çok bordo ve kırık beyazın birlikte kullanılmasını, vatkalı siyah elbiseleri ve sırt dekolteli kırmızı tuvaletini beğendim. 19 Eylül 2011 tarihinde gerçekleşmiş show’un tamamını izlemek isterseniz: http://www.youtube.com/watch?v=-fuxo6gW278

22 Eylül 2011 Perşembe

Paris Hilton'la Bir Akşam Yemeği...


Dün gece Alem Dergisi ve Divarese’in ortak olarak organize ettiği Paris Hilton’un katılımıyla gerçekleştirilen akşam yemeğine davetliydim. Betül Mardin’in kurucu ortaklarından olduğu Image Halkla İlişkiler şirketi yine oldukça başarılı bir işe imza atmıştı. Deniz Palas’ın üst katında bulunan X Restaurant aşağı yukarı 60 davetliyi misafir etti.  Akşam yemeği, gece için özel olarak tasarlanmış (ve 24 saat içerisinde üretilmiş) pembe renkli ince uzun bir masada servis edildi. Kendisi bu detaya dikkat etti mi bilmem ama tam Paris Hilton’a göreydi açıkçasıJ  Masa gümüş rengi suplalar, siyah peçeteler ve kristal efektli avizelerle süslüydü. Davetliler saat 20.00’den itibaren kokteyl için hazırlanmış dış mekanda sohbetlerine başladılar. Paris ise iki güzel sarışın(asistanları sanırım) ve zenci bodyguard’ıyla saat 21.30 gibi mekana geldi. Kısa süreli bir açılış konuşmasından sonra yemek servisine başlandı.

Gecede ne servis edildi?
Öncelikle oldukça başarılı bir akşam yemeği menüsüydü. X Restaurant’a tebrikler! Size menüyü yazıyorum:
Kokteyl
Enginar Cipsi
Patates Cipsi
Pancar Cipsi
Zeytin
Grissini Çeşitleri
Krudite
Buzda taze meyve

Kanepeler

Havyarlı humus ve kereviz sapı
Yengeç Salatası

Ana Yemek

Zeytinyağlı Cunda enginarı, Izgara Jumbo karides ve somon füme
Sarıkız mantarı ve küşneme ile risotto
Taze baharatlı ıstakoz kuyruğu ve kurutulmuş balık havyarı ve kurutulmuş palamut ile patates püresi

Tatlı

Ananas carpaccio, tropik sorbe ve karamelize ceviz taneleri


Paris Hilton’u nasıl buldum?

Çoooookkkkk profesyonel. İlk söyleyeceğim bu. Kesinlikle nasıl poz vereceğini, nasıl davranacağını,  nasıl konuşması gerektiğini ve nasıl dikkat çekeceğini iyi biliyor. Tüm bunlar ona öğretilmiş .  Kesinlikle  aptal sarışın değil yani.  Ama gerektiğinde o imaja da bürünebiliyor.  

Çok güzel olduğu söylenemez ama she is shining! Hoş bir havası ve bir pırıltısı olduğu %100. Fakat davetlilerin de ondan geri kalır bir yanı yoktu maşallah. Begüm Şen, Paris’in tepesinden bakıyordu ve yine çok şıktı. Yemeğe geçilmeden önce herkes gruplar halinde Paris’le fotoğraf çektirmek istedi tabii ki. O da kendinden bekleneni yaptı. Bu da işinin bir parçası elbette ki. İnsanlarla gerektiği kadar sohbet etti. Sempatik davrandı ama mesafesini de korudu.

Yemek boyunca asistanı olan iki sarışın kızın arasında oturdu ve bodyguard’ı da sürekli etrafındaydı. Yanına gidip konuşmak isteyenleri geri çevirmedi ama dediğim gibi gereksiz diyaloga da girmedi. Gecenin en komik anları genç erkek davetlilerin Paris’le konuşmak için yarışa girmesiyle yaşandı. İsim vermeyeceğim tabii ki de ama kendisini after party’e çağıran bile oldu. Hatta biri konuşma faslını o kadar abarttı ki organizatörler tarafından Paris’in yanından uzaklaştırılmak zorunda kaldıJ

Dikkatimi çeken başka bir nokta da Paris Hilton’un ilk gözüne çarpan detaylardan hoşlandığını belirtmesi oldu. Mesela fotoğraf çekilirken önce benim kemerimi beğendiğini ve aynısının kendinde de olduğunu söyledi. Ardından arkadaşımın elbisesini beğendiğini belirtti. Daha sonraki saatlerde tuvalete gittiğimde de başka birinin kolyesini beğenmekle meşguldü. Ben de bu ‘beğenme’ işinin bir taktik olduğunu çakmış oldum. Aslında iyi bir strateji.  Samimi olmadığın insanla başka ne konuşursun? Onlarla ilgili bir şey beğen, söyle ve ‘sempatik Paris’ olarak akılda kal. Ben de böyle yapacağım artık. Show business böyle bir şey olsa gerekJ

Paris Hilton yaptığı kısa konuşmada İstanbul’a 8. kez geldiğini söyledi. Şehri ve insanlarımızı çok sevdiğini belirtti. Cuma günü Mumbai’ye geçiyormuş. E kız yoğun tabii! Yemekten sonra bir fasıl daha fotoğraf çekimi oldu. Gayet sempatik bir şekilde aşçılarla bile fotoğraf çektiriyordu. Tek sorun etrafta sürekli fır dönen korumaydı.

Paris, siyah bir mini elbise  giyip Gossip Girl’de sıkça kullanılan Swarovski boncuklu kolyelerden takmıştı.  Ayakkabıları da yine her zamanki gibi ayağına 2 numara büyüktü. Rahat etmek için iyi yöntem aslında. Düşünsenize mesela Louboutin giymek dünyanın en iyi hissettiren aynı zamanda en acı veren deneyimidir. Kendinizi sexy hissedersiniz ama aynı zamanda ayaklarınız paralanır. Paris büyük ayakkabı giyerek ortadan bu sorunu kaldırmış oluyor. Yürürken ayağından fırlarsa onu bilmem tabii!

Geceye davet edilenler cemiyet hayatının sıkça gördüğümüz simalarıydı ama burada tek tek isim saymayacağım. Tanıdığım bazı mimar, tasarımcı ve sanatçılar da geceye davet edilmişti. Sonuç olarak çok hoş, akılda kalan, keyifli bir gece geçirdik. Emeği geçen herkese özellikle Image Halkla İlişkiler’den Arzu Demirer ve Anita’ya sonsuz teşekkürler!

Dubrovnik


Dubrovnik, Hırvatistan’ın Adriyatik Denizi sahilinde bulunan küçük bir şehir. Orta Çağ’dan kalma tarihi eserleriyle ünlü. Hırvatistan’ın Yugoslavya’dan ayrılışı sırasındaki iç savaşta oldukça zarar görmüş. Bu yüzden UNESCO bu kültürel mirasa sahip çıkıp restorasyon çalışmalarına başlamış. Old Town’un girişindeki haritada savaşta bombalanan yerleri görebiliyorsunuz. Bu kadar yakın tarihte böyle bir yıkımın olmuş olması insanı ürpertiyor gerçekten. Hem kültür hem deniz tatili yapmak isteyenler için Dubrovnik ideal. Tekne turizmi açısından da en çok tercih edilen lokasyonlardan biri durumuna gelmiş. Ben oradayken Abramoviç de teknesiyle Dubrovnik’deydi. Gerçi tekne demek ne derece doğru bilemiyorum. O şey, gemi kategorisine giriyor olabilirJ

Nerede yenir?
Dubrovnik, sahil kenti olması dolayısıyla deniz mahsulleri oldukça zengin ve lezzetli. Eski Şehir’de birçok lokal restaurant bulunuyor. Balık, kalamar, karides, midye gibi deniz ürünlerinin yanı sıra etleri de çok lezzetli. Üstüne yoğurt dökülerek yenen börekleri ve kendi usullerine göre pişirdikleri köfteleri geleneksel yemeklerinden.

Restaurant Nautika: Kalenin surlarına bakan muhteşem bir konuma sahip. Restaurant’ın terasında deniz manzarası ve şehrin eski dokusu eşliğinde büyüleyici bir yemek yiyorsunuz. Önden aperatif servisiyle yemeğiniz başlıyor. Şarap menüleri oldukça geniş fakat Hırvat şaraplarından denemek isterseniz Posip 2009 Kunjas’ı tavsiye ederim. Sek bir şarap.
Deniz mahsulü veya balık yemeyi tercih edin. Entree olarak jumbo karides arkasından da ya tuzda balık ya da ıstakoz seçilebilir. Tatlı olarak da creme caramel veya chocolate souffle istenebilir. Creme caramel aynı zamanda Hırvatistan’ın geleneksel tatlılarından sayılıyor.
Restaurant, Akdeniz mutfağının modernleştirilmiş örneklerini sunuyor. Yemekler oldukça lezzetli, porsiyonlar çok büyük değil ama doyurucu. Yemeklerin servis araları da iyi ayarlanmış. Hem muhteşem manzara eşliğindeki sohbetin hem de yemeğin tadını çıkarmanızı sağlıyorlar.  Fiyatlara gelince Nautika şehrin en pahalı restaurantları arasında yer alıyor fakat aldığınız servis buna değiyor. Dubrovnik tatilim boyunca en memnun kaldığım yemek deneyimiydi. Kesinlikle öneriyorum!
Proto: Old Town’ın içindeki bir balık restaurant’ı. Şehre Pile Kapısı’ndan girince sağdan 6. Sokağın içinde bulunuyor. Zaten sokakların başında o sokakta neler olduğu yazıyor. O yüzden kaybolma veya adresi bulamama sıkıntınız yok. Restaurant’ın sokak arasında kalan kısmında da masalar var ama esas ‘fine dining’ için terası ayırmışlar. Pek bir manzara yok. Binaların arasında yemek yiyorsunuz. Servis elemanları oldukça güleryüzlü. Burada balık yemenizi tavsiye ediyorum tabii ki. Ama ben deniz mahsulünden sıkıldığım için Osso Bucco (incik) yedim ki muhteşemdi gerçekten. Hem etin kendi hem de sosu çok lezzetliydi. Fakat deniz mahsullü makarnaları ve balıkları oldukça başarılı. Tavsiye ediyorum.
Restaurant Nautika ve Proto aynı zincire ait restaurantlar. Bu ikisinin yanı sıra Mimoza adlı canlı müzik eşliğinde hem et hem balık yemeklerinin sunulduğu bir restaurant’ları ve Konavoski Dvori adlı geleneksel yemeklerin sunulduğu, Dubrovnik dışında dağlık Gruda bölgesinde nehir kenarında yer alan bir restaurant’ları var. Bu ikisini denemedim fakat yerel tatları deneyimlemek isteyenler için iyi olabileceklerini düşünüyorum.

Gil’s: Gitmeden önce en çok merak ettiğim yerdi fakat hayal kırıklığına uğradım diyebilirim. Gil’s, Dubronik’e yerleşmiş bir Fransız olan Gilles Camilleri’nin gurme restaurant’ı. Dubronik’in en şık, en pahalı restaurant’ı sayılıyor. Gecede 2 oturma yapılıyor. Bir 19.00, bir de 21.30. Aslında manzarası müthiş. Kalenin surlarında yemek yiyorsunuz ve Old Town’da bulunan limanı tepeden görüyorsunuz. Hem giriş katında, hem de üst katta surlar boyunca dizilmiş masalar var. Üst katta aynı zamanda Gil’s Lounge adlı bir barı var. Genelde restaurant çok pahalı olduğu için insanlar yemek öncesi drink almak üzere geliyorlar. İçki menüsü ve şarap kavı oldukça geniş. Yemekler Fransız ve Thai karışımı fusion diyebiliriz. Ben süper bir dana bonfile yedim. Yanında getirdikleri ‘mascarpone’ peynirli püre şimdiye kadar yediğim en lezzetli püreydi sanırım. Zaten bayılırım püreyeJ Aynı zamanda T-bone steak de harikaydı. Bu yemeklerle seçtiğimiz Chinati de iyi gitti.
Bu arada masa sandalyelerinden tutun da çatal bıçağa kadar her şey design. Peki neden hayal kırıklığına uğradım diyorum? Çünkü gereksiz pahalı. Fiyat-fayda dengesi yok yani. Güzel bir yemekti. Manzara da güzeldi. Ama sonuçta orası Dubrovnik. Deniz tatili yapmak üzere gittiğiniz bir sahil kasabası. İstanbul’da en pahalı restaurant’da bile vermediğiniz bir hesap veriyorsunuz. Herhangi bir Fransız restaurant’ında yiyeceğiniz yemekten de daha iyisini yemiyorsunuz. O yüzden yemektense ambiyansı deneyimlemek amacıyla Lounge’ına gidilmesini tavsiye ediyorum. 
Orlando: Burası bir kafe-bistro. Eski şehrin tam meydanında bulunan, gelen geçeni izleyebileceğiniz, çay-kahve içebileceğiniz sempatik bir yer. Kahvaltı, snack, yemek sonrası içki için ideal.

Nerede eğlenilir?
Old Town’da hemen hemen her sokağın içinde barlar var. Zaten Old Town 3 tane paralel caddeden ve bunları kesen daracık sokaklardan oluşuyor. Bodrum’un içindeki barlar kıvamında bir yer arıyorsanız hoşunuza giden herhangi bir tanesine oturabilirsiniz.
Yine yemek öncesi veya sonrasında gidebileceğiniz muhteşem manzaralı Gil’s Lounge içki içmek için kaliteli bir mekan.

Gece kulübü olarak East&West en popüler mekanlardan. Aynı zamanda bir beach club olan East&West’de yemek yemek de mümkün. Hemen plajın hizasında iç kısımda da gece kulübü var. Genellikle localardan oluşuyor ve locada eğlenmeye gelenler şampanya veya vodka açtırmayı tercih ediyor. Dans etmek isteyen dj kabinine yakın olan iç kısımda takılıyor. Gelen insanlar kaliteli.
Bir diğer gece kulübü olan Revelin’e tavsiye üzerine gittik. Kalenin içinde yer alıyor. Muhteşem bir dokusu var. Oldukça da geniş bir yer. Kısıtlı sayıda locası var. Onun dışında da birçok stand var. Mekan geniş dediğim gibi ama gelen giden tam apaçi. Ben gittiğimde Tiesto gecesiydi. Belki o yüzden her kesimden insan doluşmuştu ama önümdeki 16 yaşındaki çocuklar break dance denemeleri yapmaya başlayınca kaçmak istedim. Havada taklalar atıp kafalarının üzerinde dönmeye(!) çalışıyorlardı nitekim. Revelin’in muhteşem manzaralı bir de restaurant’ı var.

Nerede kalınır?

Rixos Libertas Dubrovnik: 5 yıldızlı bir otel olan Rixos oldukça iyi hizmet veriyor. Otelin içi ve odaları gayet modern ve konforlu. Aynı zamanda kahvaltısı da müthiş. Kuş sütünü eksik etmemişler maşallah. Otelin kendine ait bir plajı ve havuzu var. Fakat deniz muhteşem değil açıkçası. Deniz için biraz sonra anlatacağım adalara gitmelisiniz. Yine de otelde kalmak isteyen ve plaj plaj gezinmek istemeyenler için ideal. Otel aynı zamanda şehir merkezine de çok yakın. Yürüyerek bile gidebilirsiniz ama taksiyle de 5 dakika sürüyor. Odalardaki tek problem banyonun açık olmasıJ Evet bu anlattığım biraz enteresan olacak ama küvetle odayı şeffaf bir cam ayırıyor ve eğer bir couple değilseniz önceden haberiniz olsun istedim çünkü otelde başka tip oda yok. Otelin bir de spa’sı bulunuyor.
Radisson Blu Resort & Spa: Açıkçası bu otelde kalmadım ama araştırdığım 2. alternatif de burasıydı. Radisson zincirine ait olan bu otel de 5 yıldızlı. Elafiti Islands’a bakan mükemmel bir konumu ve süper bir denizi var. Tek problemi şehirden oldukça uzak. Arabayla en az 30 dakika gitmeniz gerekiyor. Otelde kalıp sakin bir tatil geçirmek isteyenler için ideal olabilir ama Dubrovnik’i keşfetmek isteyenler için pek uygun değil.
Bu arada Dubrovnik’in içinde bir sürü ufak oteller de var ama pek modern değiller. Bize göre geri bir ülke olduklarını varsayarsak bu otellerin durumu nedir pek emin değilim. Ama yine de denenebilir.

Dubrovnik’e yakın nereleri gezebilirsiniz?

Elafiti Islands: 3 Adalar diye de geçen Elafiti Adaları mutlaka gidilmesi gerekenlerden. Özellikle denize girmek istiyorsanız mutlaka bu turu organize edin çünkü adalarda deniz muhteşem. Girdiniz mi çıkmak istemiyorsunuz. Adalara hergün Dubrovnik limanından tekneler kalkıyor. Bunun dışında özel tekne de kiralayabiliyorsunuz. Eğer bir grupsanız ben tekne kiralamayı öneririm. Günlüğü 1000$’dan gayet güzel bir tekneyle kendi turunuzu yapabiliyorsunuz. Hem de hangi adada ne kadar kalmak istediğinizi kendiniz ayarlayabilirsiniz çünkü diğerleri size belli bir buluşma saati verip adadan ayrılıyor. Adaların isimleri Kolocep, Lopud ve Sipan. Ben en çok Lopud’un denizini sevdim. Gerçekten kristal kadar berrak. Ayrıca adada yazlık evler ve küçük kiliseler var. ‘Güzel geceler’ anlamına gelen Kolocep’te de yemek için çok tatlı balıkçılar var. Sipan da akşamüstü kahve içmek için uğrayabileceğiniz bir balıkçı kasabası. Onun dışında adalarda gezecek pek bir şey yok. O yüzden günübirlik tur yapıp üçünü bir arada görmek daha mantıklı.
Mostar: Mostar bölgesi yüzyıllar boyunca farklı kültürlere ve dinlere ev sahipliği yapmış. Her biri de bölgeye kendi izlerini bırakmış. Eski çarşıyı, camiyi ve tipik Türk evlerini gezerken bölgede Türk yönetiminin etkisini hissediyorsunuz. Ve elbette ki meşhur Mostar Köprüsü tarih sevenler için görülmeye değer.
Karadağ ve Bosna: Eğer Dubrovnik’ten sıkıldıysanız ve değişik bir yer görmek istiyorsanız pasaportlarınızı yanınıza alın ve Karadağ’a ya da Bosna’ya geçin. Benim zamanım olmadı ama Karadağ’ın çok güzel olduğunu söylüyorlar. Denizi muhteşemmiş. Aklınızda bulunsun.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Beymen'den Sonbahar/Kış 2011-12 Defilesi

Her sezon geleneksel olarak İstinyepark veya Nişantaşı Beymen'de düzenlenen ve Beymen'in başarılı kreatif direktörü Murat Türkili'nin anlatımıyla gerçekleşen defilelerden bir yenisi daha gerçekleştirildi. 2011-12 Sonbahar/Kış sezon modasında farklı bir bakış sağlayan defile bizi kışa hazırladı diyebilirim.


Öncelikle Murat Bey'in yeni imajı kendisine çok yakışmış. Oldukça havalı gözüküyordu. Ayrıca Beymen, koleksiyonuna yeni markalar katmış. Vücudu saran Victoria Beckham elbiselere bayıldım. Ama kötü haber şu ki şimdiden çoğu tükenmiş bile. Alışveriş canavarlarına hiç bir şey dayanmıyor anlaşılan:) Bakalım bu elbiseleri kimlerin üstünde göreceğiz?


Murat Bey, anlatımına Fransa Vogue'un efsane editörü Carine Roitfeld'den alıntı yaparak başladı ve bizlere modayı kendi stilimize adapte etmemiz gerektiği mesajını verdi. Zaten defilede de farklı parçaların sıra dışı yorumlarlarla kombinlenmesini izledik.


Peki bu kış ne modaymış? Öncelikle floral desenler ve çiçekler tekrar moda. Yaz sezonundan sonra kışa soft bir geçiş sağlayabilirler. Dolce&Gabbana bu desenleri oldukça sık kullanmış. Floral desenli etekleri, kazaklar, Fendi bootie'ler ve opak çoraplarla kombinlemişler. Aynı zamanda yeşil, bordo, turuncu renkler çok in.


2. grup olarak beyazları izledik. Tereyağı rengi dediğimiz kırık beyazlar ve kışın baştan aşağı bembeyaz giyinmek çok moda. Aslında benim hep hayal ettiğim bir şeydir kışın baştan aşağı beyaz giyinmek ama daha nasip olmadı maalesef. Belki bu kışa:)


Pantolonlarda hem cigarette paça hem de bol paça var. Hangisini kendinize yakıştırıyorsanız giyebilirsiniz. Ayrıca bu sezon harika Antonella Valsecchi kürkler getirmişler. Almasanız bile bakın derim. Çok güzel modeller var.


Siyah-beyaz birlikteliği de yine göze çarpanlardan. Çok enteresan bir şekilde Theory markasının da bir parçası defilede yer aldı. Sanırım önümüzdeki sezonlarda atılıma geçen ve yükselen markalardan
olacak. Bunun dışında ön plana çıkanlar YSL krep elbiseler, beyaz kısa paça pantolonlar.


Yine topuklar çok yüksek. Zanotti bootie'ler, YSL ayakkabılar bir harika.


Bu kış paltonun her türlü formu moda. Murat Bey cesaret gösterip paltoların elbise gibi giyilmesini öneriyor ama bu tabii ki de zorlayabilir. Celine düşük omuzlu paltoların içinde Philip Lim gömlekler kolları açık bırakılarak kullanılmış. Marc Jacobs ise boyfriend paltoları yapmış.


Yine krokodil çantalara devam. Zagliani bu konuda her zamanki gibi bir numara. Bu arada Valentino'nun renkli ve zımbalı clutch'larına bayıldım. Mutlaka edinilmeli.


Murat Türkili artık modada konforun ön plana çıktığını vurguladı. Bu bakımdan düz ayakkabılar, düz çizmeler, loafer'lar artık Herve Leger elbiselerle bile kullanılabiliyor. Boyunuz müsaitse bu şekilde snobe edebilirsiniz olayı. Bence orijinal ama ne yazık ki benim tarzıma çok uygun değil.


Bir başka trend de yine hayvan printleri ve grafik printler. Artık leopar görmekten gına geldi ama defiledeki Valentino leopar fırfırlı paltoya bayıldım. Lanvin de ayakkabılarında yine bu printleri kullanmış.


İşte sezonun en öne çıkan trendi: Fetiş modası! Manhattan hizmetçilerine veya sekreterlere gönderme yapan bu moda asla pornografik değil ama baştan çıkaran kadını sembolize ediyor. Zaten Louis Vuitton'un da bebe yakalı elbiselerini görmüşsünüzdür. FNO'da Louis Vuitton mağazasında içki servisi yapan mankenlerin üstünde çok sexy duruyorlardı açıkçası. Dar beyaz bluzlar, dar kalem etekler ve bunların topuklularla kombinlenmesi çok moda.


Gece için ise yine danteller var. Eskisi gibi tül değil ama daha kalın danteller kullanılmış. Defiledeki Stella McCartney puantiyeli elbiseyi birçok Hollywood ünlüsünün üstünde gördük bile. Havalı pişti olmak isteyenlere:)


Dantel konusunda en başarılı uygulamayı yine favorim Valentino yapmış. Bir gün sınırsızca harcayacağım kadar param olursa sadece Valentino giyinmek istiyorum:) Her parça zamansız ve gerçek bir asalet sembolü. Benim dolabımdaki hiç bir parçası romantikliğinden ve göz alıcılığından hiç bir şey kaybetmedi benim için. Bir de elbette ki payet de gece için çok kullanılmış.


Defileden özetler bu kadar. Bu arada size birkaç yeni haber. Elie Saab gelinlik hayali kuran genç kızlara müjde! Beymen yakında Elie Saab markasını bünyesine katıyor. Ayrıca Zorlu'nun içinde muazzam büyüklükte bir Beymen açılıyor. Haydi moda tutkunları o zaman alış-verişler başlasın!

5 Eylül 2011 Pazartesi

Cannes


Madem ki bu blog kültürel deneyimlerim üzerine işe en taze, en yeni seyahat deneyimimle başlamak istedim. Bayram tatilimi ailemle Fransız Riviera'sının incisi Cannes'da geçirdim. Bu ilk gidişim değil aslında. Çocukluğumdan beri neredeyse her sene ailece ve dostlarımızla sık sık gittiğimiz bir yer. O yüzden Cannes'ı ve civarındaki şehirleri iyi tanıdığımı söyleyebilirim.


Öncelikle şehri bilmeyenler için biraz bilgi vereyim. Cannes, özellikle yaz aylarında kalabalıklaşan ve lüks yaşamı ve zenginliği sembolize eden bir şehir. Aslında oldukça küçük bir yerleşim alanı var. Denize paralel uzanan Boulevard de la Croisette'den ve bir arka paralel caddesi Rue D'Antibes'den oluşuyor. En iyi mağazalar, oteller, restaurant'lar Boulevard de la Croisette üzerinde bulunuyor. Aynı zamanda her sene mayıs ayında düzenlenen 'Le Festival de Cannes' (Cannes Film Festivali) bu caddenin sonunda yer alan 'Palais des Festivals et des Congres'de düzenleniyor. Hatırlarsanız bu sene Nuri Bilge Ceylan, 'Bir Zamanlar Anadolu'da' filmi ile jüri büyük ödülünü almıştı. Cannes Film Festivali uluslararası olarak düzenlenmekte ve Avrupa'daki en önemli 3 film festivalinden biri olma özelliği taşımaktadır.



Festival Sarayı'nı geçip marinaya doğru yürüyünce Cannes'ın Suquet bölgesine varılıyor ki bence burası şehrin en tipik yerlerinden biri. Suquet bölgesi 'Eski Cannes' olarak da geçiyor. Yokuş yukarı bir sokak üzerinde sağlı sollu tipik Fransız restaurant'ları ve souvenir'ciler yer alıyor. Sokağın tümünü yürümenizi öneririm. En sonunda kiliseye ve Cannes Kalesi'ne ulaşacaksınız ki buralar da görülmeye değer. Kaleden Cannes'ı kuş bakışı görmeniz mümkün.


Rue d'Antibes'de ise yine tatlı mağazalar ve kafeler var. Artık İstanbul'a tüm markalar geldiği için buradaki mağazalar pek enteresan gelmeyebilir ama hatırlıyorum da eskiden Sephora'ya girip alışveriş yapmak için ölürdüm :)



Biraz da deniz, güneş muhabbetine gelelim. Bence Cannes'ın denizi Cote d'Azur'ün en iyi denizlerinden biridir. Tabii asla bizim sahillerimizdeki gibi bir deniz beklemeyin. Öyle bir şey yok çünkü. Ama Nice'in çakıllı plajlarından ve Saint-Tropez'nin balçık gibi denizinden iyi olduğu kesin. 'Çok Muhterem Türk Sosyetesi'nin Saint-Tropez'ye bu kadar akın etmesine aldanmayın sakın, onlar sadece partilemeye gidiyor:) La Croisette'in deniz tarafı yan yana plajlardan oluşuyor. Bunların çoğu otellerin plajları. Aralarda özel plajlar da var. Ama tabii otelde kalıyorsunuz diye plajı size bedava kullandırmıyorlar. Cannes'da her adım attığınızda para ödemek zorundasınız. Plajlara özellikle yüksek sezonda rezervasyonla girebiliyorsunuz. Size şezlong, havlu ve şemsiye veriyorlar. İskele veya kumda güneşlenme opsiyonlarınız var. Tabii ki seçiminize göre bunların da fiyatları değişiyor. Genelde plajların kendi restaurant'ları var. Yemekler de süper oluyor. Öğlen yemeği için tercih edilebilir. Aslında bu restaurant'ların akşam servisleri de var ama ben pek tercih etmiyorum. Bir de yemekten sonra bazıları kulübe dönüyor. Yemekten sonra takılmak için iyi ama ayaklarınızın kumlanması muhtemel. O yüzden rahat ayakkabılar seçmenizi tavsiye ederim.




Nerede kalınır?




Benim önerim La Croisette üzerindeki otellerde kalınması. Dünyaca ünlü Hotel Martinez ve Intercontinental Carlton bu caddede bulunuyor. Festival zamanında dünyaca ünlü oyuncuları, yönetmenleri ve sinemacıları ağırlıyorlar. Normal zamanda da dünya zengini Arapları ve Rusları buralarda sıkça görmek mümkün. Bu otellerin önünde daha ancak dergilerde veya araba fuarlarında görebilme şansına eriştiğiniz ultra lüks arabalar görüyorsunuz ve ağzınız açık kalıyor. Yine Majestic Barriere, Grand Hotel ve JW Marriot (eski Hilton) önerebileceğim oteller arasında. Aslına bakarsanız bana en çok Grand Hotel sempatik gelir. Önünde koskocaman bir bahçesi var ve caddenin tam ortasında bulunduğu için çok merkezi. Otelin arka kapısı da Rue D'Antibes'e bağlanıyor. Ayrıca burada Martinez veya Carlton'daki gibi film setinden fırlamış gibi takılmanıza gerek yok. Otelin odaları da yenilendi ve oldukça modern ve şık oldu. Üst katında jakuzili bir süiti var. Arkadaşım olan bir çifte balayı için bu oteli önermiştim. Onlar da bu süiti tercih etmiş ve çok memnun kalmışlar. Tüm bunların dışında Rue D'Antibes'de daha uygun fiyatlı 3 ve 4 yıldızlı oteller bulunmakta. Bütçesi daha uygun bir seyahat düşünüyorsanız buradaki otellerde kalıp La Croisette üzerindekilerde içki, yemek ve plaj keyfi yapmanızı öneririm.


Nerede yenir?




Baoli: Hem restaurant, hem gece kulübü olarak hizmet veren Baoli, Port Canto'nun içinde bulunuyor. Akdeniz ve Asya mutfaklarının füzyonundan oluşan yemekleriyle size gastronomik bir deneyim yaşatan Baoli, ambiyansıyla da sizi içine çekiyor. Burada ünlü biriyle karşılaşma olasılığınız çok yüksek. Dünya jet set'inin de tercihi olan mekanın şefleri Christophe Caucino ve Pierre-Antoine Navarro. Yemeğinizi palmiyelerle çevrili bir bahçede localarda yiyorsunuz. İç mekan yemekten sonra gece kulübüne dönüyor ve eğlence devam ediyor. Aslında bana göre gece eğlencesi için gidilecek tek kaliteli yer. Ama özellikle hafta sonu rezervasyonsuz ve dame'sız girmek biraz zor. Baoli'nin la Croisette üzerinde özel bir plajı da bulunuyor.



La Palme d'Or: Hotel Martinez'de bulunan 2 Michelin yıldızlı gurme restaurant. Bana göre Cannes'ın en iyisi sayılabilir. Buranın uluslararası bir ünü var ve ambiyansı süper. Şefi Christian Sinicropi. Pazar ve Pazartesi servis vermiyorlar. Öğlen servisi de her gün olmuyor. Mutlaka rezervasyonlu gidilmeli çünkü az masa var ve sürekli dolular. Palme D'Or'da yiyebileceğiniz en güzel yemek Chateaubriand. Tadının damağınızda kalacağını ve tekrar oraya dönmek isteyeceğinizi garanti ederim. Tabii Chateaubriand istemeniz için en az 2 kişi olmanız gerekiyor. Ayrıca peynir tepsisi inanılmaz zengin. Bu tepsiden istediğiniz kadar peyniri seçip şarap keyfinizi tamamlayabilirsiniz. Bu arada elbette ki oldukça zengin bir şarap menüleri de bulunuyor. Listede Fransız şaraplarına ağırlık verilmiş. Seçtiğiniz şarapla doğru orantılı olarak hesabınız da değişiyor. Şarap fiyatları 100€'dan başlıyor ve 4000€'luk Chateau Margaux'lara kadar gidiyor. Bu arada Cannes'da ağustos ayında havai fişek gösterileri olur ve bu dönemde herkes sahilde bu gösteriyi izlemek için yerini alır. Bu günler için Palme D'Or'un hazırladığı özel bir menüsü de bulunuyor. Gösteriyi buradan izlemek muhteşem olsa gerek. Bu arada restaurant genellikle kapalı alandan oluşuyor ve sigara içilen masaları çok az. Eğer böyle bir masa istiyorsanız bunu rezervasyondan önce belirtmeniz gerekiyor.  


Le Relais des Semailles: Eski Cannes'a girdiğinizde karşınıza çıkan ilk restaurant'lardan biri. Oldukça şık bir dekorasyonu var. Yemeğinizi beyaz örtülü masalarda yediğiniz tipik bir Fransız restaurant'ı. Av etleri seviyorsanız ben size ördek, güvercin veya tavşan yemenizi öneririm.


Le Rendez-Vous: Festival Sarayı'nı geçince, Suquet'ye gelmeden yan yana yer alan balıkçılar göreceksiniz. Le Rendez-Vous bunlardan biri. 'Les Plateaux' adı verdikleri taze deniz mahsulleri tepsileriyle ünlü. En güzelleri 'Le Bateau Rouge' veya 'La Panache de Fruit de Mer'. Bu tepsiler, ayrıca bir ana yemek yiyecekseniz  3-4 kişinin paylaşmasına yetecek kadar büyük. Ana yemek olarak balık seviyorsanız taze balık veya 'Les Moules Marinieres a la Creme'(midye) önerim.




Felix: En sevdiğim restaurant'lardan biri. Fois Gras ile bir başlangıç yapıp et veya balık tercih edebilirsiniz. Ambiyansı da çok güzeldir.


Le Vesuvio: Cannes'ın ünlü pizzacısı. Şehri tanıyan herkes burayı bilir. Muhteşem pizzaları vardır. Pizza al tartufo veya Pizza Parma önerilerim arasında. Ayrıca bresaolası, etleri (osso bucco ve milanese tercihim) ve midyenin iyi olduğu sezonda moules marinieres'i de gayet lezzetlidir. Şarap olarak Pinot Grigio veya Sancere tercih edebilirsiniz.




Z-Plage: Martinez'in plaj restaurant'ı. Jambon blanc'lı baguette sandwich'i ve club sandwich'i oldukça doyurucu ve güzel.


Carlton Beach Restaurant: Öğlen yemeği için en iyi yerlerden biri. Çoğu masa Chateau Minuty Prestige Rose şarap tercih ediyor. Somon füme ve yengeç tabağı veya ıstakozlu Carlton salatası favorilerim.


Factory Cafe: Bir kapısı Rue d'Antibes, bir kapısı La Croisette'e açılan pasajın tam orta yerinde bulunan öğlen yemeği için uygun bir cafe. Menü, ünlü marka isimlerinden oluşuyor. Ben 'La Petit Ange' adlı keçi peynirli salataya bayılıyorum.


Le Notre: Rue d'Antibes'de bulunan bir cafe- pastane. Alış-veriş arasında kahve içmek, biraz macaron veya pasta yemek için uğrayabilirsiniz.


Nereden alış-veriş yapılır?




Grand Bazaar: Rue d'Antibes üzerinde bulunuyor. Birçok farklı markanın ve tasarımcının mallarını satıyor. Çok özel ve orijinal parçalar bulabiliyorsunuz. Pahalı bir mağaza ama her şeyin en güzeli buradadır. En azından gezmeye değer.


Dihn Van: Çok sevdiğim bir Fransız mücevher ve takı markası. Cannes'da da yerleri var. Renkli kayışlı bileklikleri hala çok in.


Zadig&Voltaire: Senelerdir çok severek takip ettiğim bir Fransız markası. Artık Beymen'de de bazı parçaları satılmaya başlandı. Özellikle kaşmir kazakları ve uzun kollu t-shirtleri çok şık. Casual chic giyinmek isteyenler için iyi bir tercih.


Vilebrequin: Saint-Tropez orijinli bir mayo firması. Cannes'da birkaç butiği var. Daha çok erkekler arasında moda olmasına rağmen kadınlar için de mayo tasarımları bulunuyor.


51 Montaigne: Seçkin markaların parçalarını bulabileceğiniz la Croisette üzerinde bir butik.


Cannes'da sıkıldınız...Peki etrafta ne var?


Size bahsedeceğim yerlerin sahil şeridindeki sıralaması şu şekilde:


St.Tropez- Cannes- Juan-les-Pins- Antibes- Nice- Villefranche-Monte Carlo- San Remo


Cannes’a en yakın sahil kasabaları Juan-les-Pins ve Antibes. Arabayla maksimum 30 dakika. İki kasaba yan yana. Aynı gün gezebilirsiniz. Juan-les-Pins benim favorimdir. Bodrum’un içi gibi düşün. Barlar ve restaurantlar çok tatlı. Her yer geç saate kadar açıktır. Ayrıca burada dünyaca ünlü gurme restoranlar da bulmanız mümkün.  Denize girmek için de burası güzeldir. Tüm sahil şeridinde en iyi denizlerden biri diyebilirim. Tüm gününüzü geçirebileceğiniz bir yer özetle.

Nice: Tüm sahil şeridinin bağlı olduğu ana şehir ve Cannes'dan daha büyük. Zaten havaalanı da burada. Yani Cannes'a veya başka bir sahil kasabasına gitmek için Nice'deki 'Aeroport Nice Cote d'Azur'ü kullanıyorsunuz. Kışın da oldukça yoğun bir popülasyonu olan Nice aynı zamanda öğrenci şehri de sayılıyor. Denize girmek için çok tavsiye etmem çünkü sahili çok çakıl taşlıdır. Ana caddesi Promenade des Anglais. Ama esas mağazalar, restaurantlar, caffeler arka paralelde bulunuyor.


Villefranche: Nice’e çok yakın bir sahil kasabası. Ben bir gemi seyahatine çıktığımda orda inip Nice’e geçmiştim. 15 dak. araları. Ben gittiğimde kıştı ama çok tatlı gözüküyordu. Ufacık, tipik bir yer. Vakit olursa gezilebilir. Ama ‘must’ değil.


Monte Carlo: Dünyanın en zengin yerlerinden biri. Başlıbaşına bir yazı konusu olduğu için kısa geçeceğim. Hotel de Paris buranın en ünlü oteli. Kumarhanesi ile de ünlü. Kafesinde oturduğunuzda  herhangi bir ünlüyle karşılaşmanız muhtemel. Formula Grand Prix parkurları da bu otelin önünden geçiyor. Geç saate kalırsanız Jimmy’z buranın en ünlü gece kulübü. Yılbaşı partileri de çok güzel oluyor.


San Remo: Cote d'Azur İtalya sahillerine bağlanıyor. San Remo çok tatlı bir yer. Cumartesi günleri pazarı oluyor. Herkes oraya akın ediyor. Değişik biryer görmek isterseniz geçebilirsiniz.


St. Tropez: Tüm yukarda saydıklarıma göre Saint Tropez ters tarafta kalıyor. O yüzden ona başlı başına bir gün ayırmanız gerekiyor. Sahilden manzarayı izleyerek gidebilirsiniz ama yol virajlı ve uzundur. Bir de ‘high way’ var. Mutlaka bir harita edinin zaten. St. Tropez’nin içinde marinasının da bulunduğu bir kasabası var. Tekneleri görünce aklınız uçacak. Gerçi artık Bodrum koylarında da bu ebatta tekneler görmek mümkün. Ayrıca bir de beach clubların olduğu plajı var. Burası kasabanın dışında. Bir süredir gitmiyorum ama plaj olarak en popüler olanlar: Nicky Beach ve La Voile Rouge. La Voile Rouge denize paralel, Nicky Beach biraz daha geride kalıyor. Denize yürümek gerekiyor. Ama zaten olay havuz kenarında partilemek. Öğlen yemeği beachlerin içindeki restaurant’larda yeniyor. O sırada modeller masaların arasından geçerek bikini defilesi yapıyorlar. Akşamüstü de millet kopuyor. İşin raconu Magnum şampanya açtırıp birbirini ıslatmak:) Mutlaka görülmeye değer. Önce beach’e gidip arkasından St. Tropez’nin içini gezmek daha mantıklı. Ama dönüş yolunuz uzun olacak. Vaktinizi iyi ayarlayın!


Mougins: Cannes’ın üstlerine denk gelen tepede bulunan bir kasaba. Burası da oldukça tipiktir. Bir çok gurme restoran vardır. Akşam yemeği için tercih edebilirsiniz.