11 Nisan 2012 Çarşamba

Hunt Slonem-Tüy Oyunları Bölüm II

Elinden düşürmediği Budist tespihiyle bir yandan içinden mantralar tekrar ederken bir yandan da galeriyi hayran hayran geziyor. Eskiye, egzotik olan her şeye hayran Hunt Slonem. Mabeyn Gallery de tam ona göre aslında. Sergisini, eskiyle moderni birleştiren bu mekanda açtığı için çok isabetli bir karar verdiğini düşünüyor. İstanbul’a ilk defa geliyor Hunt fakat New York’tan bir sürü tanıdığı İstanbullu arkadaşı var. Hepsini açılışında görmek istiyor. Biz de her birini tek tek arayıp Mabeyn Gallery’deki sergisinin açılışına davet ediyoruz.  


Peki kimdir bu Hunt Slonem?
1951 Maine doğumlu sanatçı New York’ta yaşıyor. Şu an New York’taki Malborough Gallery tarafından temsil ediliyor. 30 yıllık kariyeri boyunca dünyanın birçok yerinde 150’den fazla sergi açmış. Slonem’in eserleri aynı zamanda 80’i aşkın müzenin koleksiyonunda yer alıyor. Bu müzeler arasında dünyaca ünlü Guggenheim, Metropolitan, Smithsonian gibi müzeler de bulunuyor. Babasının askeri kariyeri dolayısıyla çocukluğunda çok fazla seyahat eden Slonem, daha sonra resim va sanat üzerine odaklanıyor ve Louisiana Tulane Üniversitesi’nden Resim ve Sanat Tarihi bölümünden mezun oluyor. Dönemin ünlü New Yorklu sanatçılarıyla çalışma imkanı bulan Slonem, New York’a gitmesi için teşvik ediliyor. Tabii ki New York’ta hayatta kalmak kolay değil. Aldığı burslar sayesinde New York’ta kalmayı başarıyor. Jackson Pollock’ı öldüren araba kazasında hayatta kalan kadın, Ruth Kligman tesadüfler eseri Hunt’a Harold Reed Galerisi’ndeki ilk sergisini açmasına yardımcı oluyor. Hunt, zamanla daha fazla insan tanıyor. O zamanlar, Studio 54 zamanları. New York’un New York olduğu söylenen zamanlar. Truman Capote, Lisa Minelli ve Andy Warhol gibi isimlerle takılıyor.


Kendisi sanatının çok fazla kategorize edilmesinden hoşlanmasa bile onun için neo-ekspresyonist diyebiliriz.  Yeteneği büyükbabasından miras. Büyükbabası da hobi olarak resim yaparmış. Hunt, eline fırça almadığı bir gün bile olmadığını ve bu işten başka bir iş yapmayı hayal bile edemediğini vurguluyor. New York 34. Cadde’de devasa bir stüdyosu var. Tam 15.000m^2’lik alana yayılmış bu stüdyonun girişinde sizi tavşan tablolarıyla bezeli bir duvar karşılıyor. Tavşan figürü, onun belirgin figürlerinden biri. Çünkü Çin Takvimi’ne göre tavşan burcu olduğunu öğreniyor. O tarihten itibaren de (bu 1980’lerin başına denk geliyor) sürekli tavşanları tekrarlıyor. Ama esas papağanlarıyla meşhur. Stüdyosunda 50’den fazla papağan ve tropik kuşuyla birlikte yaşıyor. Türkçe’de ayrımını bile bilmediğimiz papağan türlerini besliyor ve resmediyor. Resimlerin üstüne daha yağlıboya kurumadan fırçanın tersiyle çentikler atıyor. İşte bunlar da papağanların kafeslerini sembolize ediyor. Bir de kelebek figürünü kullanıyor. Hunt’ın sürekli aynı figürleri tekrar etmesi bir tür ruhsal meditasyon. ‘Mantralar tekrar edildiği için kutsaldır’ diye bir felsefesi var. Tahmin edersiniz ki birçok kez Hindistan’daki Aşram’lara ziyaretlerde bulunmuş. Budizm’e meraklı. Aslında çok enteresan bir hikayesi de var. Medyumuna yaptığı ziyaretlerinde birçok kez Abraham Lincoln’ün ruhunun onunla konuştuğuna inanıyor. Hatta bir seferinde ona güvercinleri resmetmesini tavsiye etmiş. Bu bakımdan,  eserleri arasında birçok Abraham Lincoln portresi de var.


Hunt Slonem, New York’tan sıkıldığı zamanlarda Louisiana’daki malikanelerine gidiyor (Anlayacağınız üzere sadece bir tane yok). Hatta Hunt Slonem’in malikanelerinin dekorasyonunu  konu alan bir kitap bile var. Kitabı görmelisiniz. Kendi eserlerinin altın varaklı antika çerçevelerle sergilendiği, rengarek duvarlar ve antikalarla bezeli, onlarca odası olan malikaneler... Gerçekten muhteşemler. Malikanelerinin film stüdyosu olarak kullanılmasına da izin veriyor. Evlerinde birçok bildiğimiz film çevrilmiş. Bu arada Hunt, antikaya çok meraklı. 19. Yüzyıl Fransız porselenleri ve vazoları, renkli el üfleme cam vazolar, gotik sandalyeler topluyor.


Gelelim Hunt Slonem’in İstanbul Macerasına…
Hunt, sergisinin açılışında bulunmak üzere İstanbul’a bir hafta önceden geldi. Tabii bir taraftan sergiyi asma işleriyle uğraştığımız için (bu arada daha önce belirtmedim sanırım ama serginin görsel küratörlüğü ve sanat direktörlüğünü ben üstendim J ) Hunt’ı kime paslasak diye de düşünmüyor değildik. Büyük şans ki daha önceden belirttiğim gibi Hunt’ın New York’tan tanıdığı bir sürü İstanbullu arkadaşı var. Hepsi teker teker akşam yemeğine davet etti kendisini. Özellikle Biricik Suden’le çok yakınlar.  O da çok ilgilendi Hunt’la sağolsun. Zaten galeride bir Hunt Slonem sergisi açılmasına ön ayak olan o oldu.


İstanbul’a ilk kez gelen birinin görmesi gereken yerleri gezdirdik tabii kendisine. İstanbul Modern, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, Kapalıçarşı vs. En çok Yerebatan Sarnıcı’nı sevdi. Sanırım ona mistik geldi. Cebindeki tüm bozuk paraları dilek dilemek için kullanmış olabilir. Ertesi günü alış-veriş yapmak ister diye ayırmıştık. Antika delisi olduğu için elbette antikalara bakmak istedi. Antik A.Ş.’den tutun da Çukurcuma’daki antikacılara kadar hepsini gezdi. Fakat pahalı buldu. Amerika’da daha ucuza bulabiliyormuş. Mükemmel olması şart değil, ben tamir ettiririm dediğine göre bir pazarı konsepti ona daha çok uyacaktı.


Her neyse o akşam galeride bir koleksiyonerler yemeği verildi. Mustafa Taviloğlu’lu, Olgaç Artam’lı, bol sanat sohbetli keyifli bir gece geçirdik. Yemekler ve sofra düzeni, Yemekhane adlı catering firması tarafından yapıldı. Gerçekten çok başarılıydılar. Hakan Bey’e tekrar teşekkürler! Bu arada Hunt kadar diet cola içen birini daha görmedim. Bardakla değil, bildiğin litrelik şişeden dikerek su içer gibi non-stop cola içiyor adam. Hayır alkol kullanmazsın, kolanın light’ını içersin de bu kilo nereden dememek için zor tuttum kendimi.


Ertesi sabah basın toplantısı vardı. Hunt, keyifli bir brunch eşliğinde önemli yayınların kültür-sanat yazarlarının sorularını yanıtladı. Birçok gazete, dergi ve internet sitesi sanatçıya ve sergiye yer verdi. O gün, Ender Mermerci’nin evinde devam etti. Müthiş misafirperverliğiyle Hunt’ı ve bizleri ağırlayan Ender Hanım adeta ülkemizi temsil eden bir elçi gibiydi. Oldukça geniş bir antika ve resim koleksiyonu olan Ender Hanım yalısını orijinali gibi korumuş. Eskiye ve tarihe meraklı olduğu için Hunt, tabii ki hayran kaldı. Bizlere açtığı o zengin sofrası ve keyifli sohbeti için kendisine teşekkür ederizJ


Açılış gününden bir gece önce Hunt, ünlü mimar Antony Todd’da yemekteydi. Ama ben orada bulunmadığım için size geceyi aktaramıyorum. Gelelim açılış gününe: Açılışımız çok güzel oldu. Galerinin duvarlarını sergi için rengarenk yapmıştık. Resimler de renkli zaten. E, bir de Hunt’ın her renkten çizgili ceketi de eklenince tam bir bahar sergisi oldu. Herkesin gözü gönlü açıldı. Galeriyi gezen sanatseverlerden olumlu puan aldık. Başarılı bir gece geçirdikten sonra Hunt’ı ertesi sabah ülkesine uğurladık.


Bu arada bu muhteşem sergiyi 27 Nisan’a kadar Mabeyn Gallery’de gezebilirsiniz. Ben, New Yorklu bu kadar ünlü bir ressam ayağınıza kadar gelmişken kaçırmamanızı tavsiye ederim!

1 Nisan 2012 Pazar

Nisan Ayında İstanbul'da Ne Yapılır?

Bahar mevsimi iyice kendini göstermeye başladı. Uzunca bir kıştan sonra artık sabahları nihayet güneşli, cıvıl cıvıl günlere uyanıyoruz. Akşamları da hava geç kararıyor. Enerjimiz yerinde, böylece bolca sosyalleşebilirizJ Bu güzel günleri kültür-sanat aktiviteleriyle değerlendirmek isteyenlere işte birkaç tavsiye:


Öncelikle 6 Nisan’da gösterime girecek olan yeni Ferzan Özpetek filmi ‘Magnifica Presenza (Şahane Misafir)’yı izlemenizi tavsiye ederim. Ben bir Ferzan Özpetek hayranı olarak filmi dört gözle bekliyorum. Geçen haftalarda ‘The Whiskey Festival’ kapsamında Ferzan Özpetek konuk edildi. Yeni filmin de fragmanı gösterildi. Maalesef filmin alt yazıları yetişmediği için ön gösterimi yapılamadı. Gerçi ben İtalyanca’sına da razıydım amaJ Fragmandan anlaşılacağı üzere Özpetek yine çok ilginç karakterler yaratmış. Ayrıca film müziği olarak yine bir Sezen Aksu bestesi seçmiş. Parça o kadar başarılı ki İtalya’da ‘en çok dinlenenler listesi’nde ilk sıraya oturmuş bile. Ayrıca filmin tek Türk oyuncusu Cem Yılmaz. Filmin konusu şu şekilde ortaya çıkmış: Ferzan Özpetek bir arkadaşıyla sohbet ederken arkadaşı etrafında bazı var olmayan  karakterler gördüğünü söylemiş. Delirdi mi bu adam diye düşünürken bu hikayeden çok ilginç bir film çıktı diyor, Özpetek. Mutlaka izleyin!


Mabeyn Gallery’de 5 Nisan’da Amerikalı ünlü sanatçı Hunt Slonem’in sergisi açılıyor. Hunt Slonem, ilk kez bir kişisel sergi için Türkiye’ye geliyor. Slonem’in işleri bugün 100’den fazla müzede sergileniyor. Bunların arasında Metropolitan, Smithsonian, Guggenheim gibi dünyaca ünlü müzeler de bulunuyor. Slonem’in kendine özgü bir tarzı var. Daha çok birlikte yaşadığı papağanları, tavşanları ve değişik kuş cinslerini resmediyor. Sanat direktörlüğünü bizzat benim yaptığım, Mabeyn Gallery’de renkli duvarlar ve altın varaklı çerçeveler eşliğinde sunduğumuz bu sergiyi gezmenizi tavsiye ederim. Sizi yaza hazırlayacak, emin olun!


5 Nisan’da Chalabi Art Gallery’de sevgili Sezin Aksoy’un kişisel sergisi açılıyor. 6 Nisan’dan itibaren ise Arter’de, Başak Doğa Temür’ün küratörlüğünü yaptığı Nevin Aladağ’ın ‘Sahne’ adlı sergisini izleyebilirsiniz. Yine 5 Nisan’da Alan İstanbul’da bir ‘Contemporary Street Art’ sergisi açılıyor. Yerli ve yabancı 10 sanatçının katılımıyla düzenlenen kolektif sergi, çağdaş sokak sanatını yorumlayacak.


TIM Show Center, nisan ayında İspanya’nın ünlü flamenko ustası Maria Carrasco ve grubunu konuk ediyor. Grup, Prosper Merimee’nin klasik eseri Carmen’i özgün bir koreografi eşliğinde sanatseverlerle buluşturuyor. Daha önce ‘Carmen’ izlediyseniz de izlemediyseniz de gitmenizi öneririm.


14 Nisan’da Kadıköy Süreyya Operası Sahnesi’nde ‘Ariadne Naxos’ta’ adlı eserin prömiyeri yapılacak. Viyana’nın en zengin adamının evinde düzenlenen ve birbirine rakip iki farklı grubun birer tiyatro eseri sahnelediği geceyi konu alan eser, tek perdelik bir opera. Opera sevenlere duyurulur!


Dünyanın sayılı maket, diorama ve savaş malzemeleri koleksiyonerlerinden Nejat Çuhadaroğlu, 12 Nisan’da Yıldız Sarayı’nda ‘Yaşayan ve Savaşan Osmanlı’ konulu bir sergi açıyor. Sergide, Çuhadaroğlu tarafından tasarlanan maketler de yer alacak. Birinci Dünya Savaşı, İstanbul’un Fethi, Kurtuluş Savaşı gibi önemli tarihi olayların canlandırılacağı sergide asker giysileri, madalyonlar ve silahlar gibi askeri objeler de sergilenecek.


31. İstanbul Film Festivali başladı! IKSV’nin organize ettiği festival kapsamında 31 Mart-15 Nisan tarihleri arasında 200’ün üzerinde film gösteriminin yanı sıra ünlü konukların katılacağı söyleşiler ve atölye çalışmaları yer alacak. Filmleri, Beyoğlu Atlas, Fitaş, Pera Müzesi, City’s sinemaları ve Kadıköy Rexx’te izeyebilirsiniz.


24 Nisan’da Borusan Müzik Evi, usta müzisyen Erkan Oğur’u müzikseverlerle buluşturuyor. Oğur’un konuk sanatçı olarak katılacağı bu dinletide genç kuşağın gelecek vadeden temsilcilerinden Erdem Şimşek sahne alacak. İlk bölümde kendi bestelerine yer verecek olan Şimşek ikinci bölümde ise Oğur’un katılımıyla birlikte dinleyicileri doğaçlama bir yolculuğa çıkaracak.


Tophane Art Walk etkinlikleri kapsamında 8 Nisan Pazar günü ‘Open Sunday’ ilan edilmiş ve Tophane’de bulunan birçok galeri o gün kapılarını saat 18.00’a dek açık tutuyor. Gezebileceğiniz galeriler ise şöyle: Galeri Nev, NON, Pi Artworks Galatasaray, CDA Projects, Galeri Zilberman, Pg Art Gallery, Pi Artworks Tophane, Daire, Elipsis Gallery, Galeri Mana, Galeri Apel, Edisyon, artSümer, Hayaka Artı, mars.


Ve son olarak, İş Sanat’ta 13 Nisan’da Buika, en iyi şarkılarını topladığı ‘En Mi Piel’ adlı best of albümündeki parçalarla dinleyicilerin huzuruna çıkıyor. Geleneksel copla şarkılarını flamenko, caz ve rumba ritimleriyle birleştiren sanatçının albümleri en çok satanlar listesine girmeye hak kazanmış. Eleştirmenlerin ve dinleyicilerin olumlu notlarını alan Buika’yı Pedro Almodovar’ın son filmi ‘La Piel Que Habito’da küçük bir rol alarak seslendirdiği şarkısından da tanıyoruz. Ruhunuza dokunacak aşk şarkıları dinlemek istiyorsanız Buika’nın performansını kaçırmayın derim.