29 Kasım 2011 Salı

Portakal Sanat ve Kültür Evi’nden Özel Koleksiyonlar Müzayedesi

En eski ve köklü müzayede evlerinden biri olan Portakal Sanat ve Kültür Evi 4 Aralık Pazar günü Conrad Hotel’de bir ‘Özel Koleksiyonlar Müzayedesi’ düzenliyor. 28 Kasım Pazartesi ise bu müzayede için Portakal Sanat ve Kültür Evi’nde bir tanıtım sergisi kokteyli gerçekleştirdiler. Serginin ev sahipliğini Raffi Portakal ve sevgili Maya Portakal yaptı. Sergi kapsamında Türk resminin başyapıtlarını, Şevket Rado Koleksiyonu’ndan hat örneklerini, Sabahattin Ergi Koleksiyonu’ndan tabloları ve Prof. Dr. Orhan Köprülü Koleksiyonu’ndan tarih kitaplarını inceleme fırsatını bulduk.



Sergi açılışına müzayede katalogunu gözden geçirerek gittiğim için önceden gözüme kestirdiğim ve merakla görmeyi beklediğim eserler vardı. Nazmi Ziya’nın 1930 tarihli ‘Göksu’da Gün Başlarken’ adlı tablosu ve Sami Yetik’in natürmort çalışması ‘Mavi Vazoda Krizantemler’ sergiye damgasını vuran eserlerdi. Empresyonist bir ressam olan Nazmi Ziya’nın ‘Göksu’da Gün Başlarken’ adlı eserinde Fransız empresyonizminin, özellikle de Claude Monet eserlerinin etkileri görülüyor. Sergide, bir Şevket Dağ klasiği olan ‘interieur’ çalışmalarından ‘Ayasofya’ yine en belirgin ve çarpıcı eserlerdendi. Osman Hamdi Bey’in kızını resmettiği ‘Leyla Hanım Portresi’ ise inanılmaz hoşuma gitti. Resim sadece 9.5x8.5 cm. boyutlarında. Zaten özelliği de bu. Bu kadar küçük boyutlu Osman Hamdi eseri bulmak çok zormuş. Sergilenme şekli de çok hoşuma gitti. Eser oldukça küçük olmasına rağmen kalın siyah bir çerçeve ile duvara asılmış. Işık ise tam portrenin orta yerini aydınlatacak ve detayları yakalamanızı sağlayacak şekilde kullanılmış. Bunun dışında Felix Ziem’in ‘Haliç’i, Hoca Ali Rıza’nın muhteşem  yağlıboya peyzaj çalışması ve alt salonda sergilenen tombak şamdanlar dikkat çeken parçalardandı. Yine Şevket Rado Koleksiyonu’na ait muhteşem hat eserleri görülmeye değerdi.


Gelelim Prof. Dr. Orhan Köprülü Koleksiyonu’na. Bence bu müzayedenin en ilgi çekici yanı bu koleksiyon. Genelde müzayedelerde tablolar, antika objeler, antika mobilyalar, tombaklar, gümüşler ve çok çeşitli sanat eserleri görmeye alışığız ama kitapların da tarihi bir değeri olması ve koleksiyon parçası olma niteliği taşıyabilmesi muhteşem. Prof. Dr. Orhan Köprülü, Or. Prof. Fuat Köprülü’nün oğlu ve önemli bir tarihçi. Hem siyasi hem de akademik anlamda oldukça etkileyici bir kariyeri var. Osmanlı Tarihi profesörlüğünün yanı sıra çok sayıda araştırmaya ve Türk Tarih Kurumu bünyesinde çalışmalara imza atmış biri. Orhan Köprülü, araştırmaları sırasında Osmanlı tarihi ile ilgili kaynaklar yetersiz kaldığından özellikle İngiltere’de bulunduğu yıllarda sahaflardan ve aristokrat koleksiyonlarından aldığı çok sayıda kitaptan yararlanmış. Sergilenen kitaplar hem estetik hem de akademik açıdan büyük değer taşıyor. Koleksiyonda Batı’da yayınlanmış Türkoloji ağırlıklı eserler ve Doğu’da kaleme alınmış eşsiz yazmalar bulunuyor. Kitaplar içeriklerine göre gruplanmış halde müzayedede satışa çıkarılacak. Ayrıca koleksiyon harici erken dönem Osmanlı kıyafetlerinden oluşan bir gravür albümü sergileniyordu ki gerçekten görülmeye değer. Osmanlı Vogue’u gibiJ
Sergi, hafta boyunca Portakal Sanat ve Kültür Evi’nde gezilebilecek. İlgiliyseniz gidip görmenizi ve hatta Pazar günü gerçekleşecek müzayedeye katılmanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

24 Kasım 2011 Perşembe

Contemporary İstanbul


Bu sene altıncısı düzenlenen ‘Contemporary İstanbul’ Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda 90 çağdaş sanat galerisi ve 3 bin esere ev sahipliği yapıyor. Ana sponsor yine Akbank Private Banking ve bu seneki ortak sponsor ise Zorlu Center. Fuar 27 Kasım Pazar gününe kadar devam edecek. Eğer çağdaş sanatı seviyorsanız senenin kaçırmamanız gereken en önemli organizasyonu bu. Bu sefer fuarın düzeni biraz değişik. Daha da geniş bir alana yayılmış. Bildiğimiz önemli galeriler yine aynı yerlerinde. Aynı zamanda çok fazla da yabancı galeri var. Özellikle Orta Doğu’dan çok sayıda galeri ve sanatçı gördüm. Oldukça kuvvetli ve çarpıcı işlerle girmişler fuara. Tüm gününüzü ya da gün içinde çok fazla zamanınız yoksa en az iki gününüzü ayırmanızı öneririm. Çünkü belli bir zaman sonra yoruluyorsunuz ve boş bakmaya başlıyorsunuz. Halbuki her bir iş birbirinden değerli ve gereken ilgiyi hak ediyor. O yüzden performansınıza göre hiç birini atlamayacak şekilde gezin sergiyi. 


Geçen sene de fuarda yer alan ‘Art From Berlin’ bölümünün dışında bu sene bir de ‘Art From Armenia’ bölümü var. Ayrıca Komet’in 70. yaşı, video ve tablolarının seçkisinden oluşan ve sanatçının ilk kez sergilenen 27 eserinden oluşan ‘O Değilse Başkasıdır’-‘Esrarengiz’ başlıklı sergiyle kutlanıyor. Ayrıca her gün sanatçılar, sanat eleştirmenleri, koleksiyonerler, sanat yöneticilerinin konuşmacı olduğu paneller ve konferanslar düzenleniyor. Vaktiniz olursa bunlara da katılmanızı öneririm. Konuşmacılar arasında çok çeşitli isimler var. Örneğin Beyaz Müzayede’nin yönetim kurulu başkanı Aziz Karadeniz’den tutun Proje 4L’in sahibi koleksiyoner Can Elgiz’e, CI’ın genel koordinatörü Hasan Bülent Kahraman’dan tutun bankacı ve sanat koleksiyoneri Saruhan Doğan’a kadar. Ve tabii daha birçokları.

Neler mutlaka görülmeli?


Öncelikle gerçek bir Devrim Erbil ve Ergin İnan hayranı olduğum için size Olcay Art’ta Devrim Erbil’le özdeşleşen İstanbul tablolarını ve Arte İstanbul ve Galeri Artist standlarındaki Ergin İnan tablolarını görmenizi tavsiye ederim.


Çağla Cabaoğlu Gallery’de sergilenen Yaşam Şaşmazer heykelini ve Lolita Asil enstalasyonunu, Galerist’teki Gavin Turk ve Haluk Akakçe eserlerini, LTMH Gallery’deki Kezcan Arca Batıbeki’nin kadın figürlerini kullandığı müthiş tablolarını, Piramid Sanat’daki Bedri Baykam eserlerini ve The Empire Project’teki Mehmet Güleryüz tablolarını mutlaka inceleyin.


Galeri Selvin’de benim her zaman çok hoşuma gitmiş olan Zerrin Tekindor eserlerini görmek mümkün. Zerrin Hanım’ın tabloları hep çok renkli, resmettiği kadınları hep çok neşeli. İnsanın içini açıyor. Zerrin Tekindor daha sık sergi yapsın, daha fazla üretsin istiyorum. Ama kendisi oyunculukla da meşgul olduğu için ancak bu kadar eserini görebiliyoruz. Bu arada Selvin Hanım’ın yeni keşfi Federico Severino heykellerini görmeniz gerek. İtalyan bir sanatçı. Heykeller bronzdan yapılmış ama bronz olduklarına inanamıyorsunuz. Malzeme öyle farklı ve estetik kullanılmış ki. Uğramadan geçmeyin!


İlk CI tecrübesini yaşayan Mabeyn Gallery Alev Gözonar, Emre Tandırlı ve Huri Kiriş eserleriyle karşımıza çıkıyor. Huri’nin yine çok cüretkar ve çarpıcı bir eserini göreceksiniz. Bu arada Alev Gözonar eserleri de sanatseverler tarafından oldukça ilgi görmüşe benziyor. İlerleyen zamanlarda Mabeyn Gallery’de bir Alev Gözonar sergisi gezebileceksiniz. Meraklısına duyurulur!


Batmanlı sanatçı Ahmet Güneştekin ‘Cennet Kapısı’ adlı eseriyle geçen sene ‘Contemporary İstanbul’a damgasını vurmuştu. Eserine 2,5 milyon dolarlık bir değer biçmesi sanat çevrelerinde polemiğe neden olmuştu. Bu sene Galeri Baraz’da Ahmet Güneştekin’in yeni eserlerini görmek mümkün. Yine oldukça ilgi çekici olduklarını söyleyebilirim. Ama ‘Cennet Kapısı’nda inanılmaz detay ve emek vardı. Eserde ilahi bir etki vardı sanki. Uzun uzun incelemek istiyordunuz. Bu seneki eserler bu kadar detaya sahip değil sanki. Yine de her türlü görülmeye değer.
Galeri Merkur standında ise Seçkin Pirim, Bubi ve Adnan Çoker gibi önemli sanatçıların eserlerinden örnekler görmek mümkün.


Bunların dışında tabii ki kaçırılmaması gerekenlerden biri de Komet’in ‘O Değilse Başkasıdır’-‘Esrarengiz’ adlı sergisi. Sanatçının en son tablolarından oluşan oldukça ilgi çekici bir seriyi burada görebilirsiniz. Aynı zamanda sanatçının video enstalasyonlarını da izlemek mümkün. Eserlerinin dışında benim en çok ilgimi çeken ise Komet’in Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir’ın mezarı başındaki dua eden pozu oldu.


Yine Doğançay Müzesi fuara katılan kurumlardan. Maalesef çok fazla Burhan Doğançay eseri göremiyoruz. Daha çok müzeyi tanıtır tarzda bir stand hazırlanmıştı. Sadece arkada siyah perdelerle ayrılmış bir bölmede ışık oyunlarıyla ilginç hale getirilmeye çalışılmış birkaç enstalasyon vardı ki bence bu fuara çok daha kuvvetli Burhan Doğançay tablolarıyla girilebilirdi.

İlgimi çekenler
Sergiyi not defterim, fotoğraf makinem ve fuar katalogu eşliğinde tam teçhizatlı gezdim. Sizinle paylaştığım fotoğraflar da kendi çektiklerim. Kaliteleri biraz bozuk olabilir. Lütfen kusura bakmayın. Aydınlatma şeklinden dolayı fotoğraf çekerken ışık çok fazla yansıyordu.  


Galeri Mana’daki Mel Bochner’e ait ‘Blah, Blah, Blah’ adlı eser


Yine Galeri Mana’da Ivan Navarro’nun artık klasikleşmiş ışık enstalasyonlarından biri. Ivan Navarro, Borusan Koleksiyonu’nda da yer alan sanatçılardan biri ve ışık enstalasyonlarında kullandığı ayna ve reflekte camlar sayesinde derinlik ve sonsuzluk hissi vermesiyle ünlü.


FA Gallery’deki Kuveytli sanatçı Shurooq Amin’in ‘My Harem in Heaven’ adlı eseri


Berlinli galeri Gallery Tammen&Parter’da bulunan Ernst Volland’a ait ‘Marilyn’ ve Volker Marz heykelleri


C.A.M Gallery’de yer alan Murat Germen’e ait ‘Humanspaces’ fotoğraf serisi


Frank Pages Gallery’de bulunan Igor Oleinikov ve Maxim Wakultschik fotoğrafları


Sanatorium’daki Shen Shaomin’in ‘Usama Bin Ladin’i


WestBerlin Gallery’de Alias’a ait eski ahşap kapıların üzerine boyama eserler


Yine beğendiğim ışık enstalasyoncularından Brigitte Kowanz’ın Mario Mauroner Contemporary Art’ta yer alan ‘Addition’ adlı eseri


Hilger Modern’deki Sara Rahbar eserleri


Görüntü Sanat Galerisi’ndeki Mustafa Özbakır tabloları


Galeri İlayda’daki Cihanoğlu Barış’ ait ‘Ex Diktatör Kaddafi’ adlı tablo

Alan İstanbul’daki Murat Pulat ve Cem Şahin tabloları


Soda’da bulunan ve gerçekten bayıldığım Derick Santini’nin ‘I Love You’ adlı eseri. Esere yaklaştıkça kadın figürünün ağzı oynuyor ve size ‘I love you’ diyor. Süper!!!


Londralı Rose Issa Projects adlı galerinin sergilediği Selma Gürbüz eserleri


Galerist’teki Gavin Turk eserleri. Galerist’in standı da oldukça ilgi çekici zaten. Mutlaka gezin!


Rampa’da Vahap Avşar’a ait olan ‘Believe’ adlı eser


New Yorklu bir galeri olan Priska C.Juschka Fine Art’taki Almagul Menlibayeva eserleri. Galeri New York’lu olmasına rağmen sanatçı Kazak. Hem galeri sahibi hem de sanatçıyla tanıştım. Gerçekten çok ilgililer.


Serkan Demir eseri ‘Sübhanallah-Elhamdülillah-Allahuekber’


X-İst’teki Burhan Kum eseri ‘Haremlik’

Yine X-İst’te Canan’a ait ‘Türk Lokumu Serisi’


ArtSümer’de Onur Gülfidan eseri ‘Poppy’


Tahranlı Mohsen Gallery'deki eserler


Assar Art Gallery’deki Ahmad Morshedloo ve Babak Roshaninejad eserleri


Krampf Gallery’deki Martin C. Herbst eserleri


Elipsis’deki Isabel Munoz’a ait ‘Danza Cubana’ adlı fotoğraf


Alta Fine Arts’daki Sıtkı Kösemen fotoğrafları
Ve daha buraya sığdıramadığım bir sürü eser daha…
Önerim siz de mutlaka gidin ve gezin. Hem güncel sanat alanında neler oluyor öğrenin, hem gözünüz, gönlünüz, zihniniz açılsın.

20 Kasım 2011 Pazar

1 Akşamda 3 Sergi Birden...

Bayram sonrası İstanbul’da organizasyonlar ve kültür-sanat aktiviteleri yeniden hızlanıverdi. Öyle ki her şey aynı akşama toplanınca hangi birisine yetişeceğimizi şaşırdık. Geçen perşembe üç sergi birden gezdim. Dahası da vardı da ancak bunlara zamanımız yetiştiJ Hepsi de birbirinden keyifli ve görülmeye değer sergilerdi.



Öncelikle Antik A.Ş.’nin Antik Palace’da organize ettiği 27 Kasım Pazar günü Swissotel’de gerçekleşecek 270. Müzayedelerinde satışa çıkacak eserlerin gösterildiği sergiyi ziyaret ettim. Gerçekten kaçırılmayacak sergilerden biriydi. Bu kadar eşsiz eseri arada görmek güzel bir deneyimdi. Müzayedenin ana parçası İsmail Cem Koleksiyonu’na ait bir parça olan Osman Hamdi Bey’in ‘Huzur’ adlı tablosu. Gerçek bir başyapıt niteliği taşıyan bu eser 1957 yılından beri ilk defa sergilenmekte. Tablonun bir diğer ismi de ‘Feraceli Kadınlar’. 1904 tarihli bu eser Eskihisar Kalesi’ne doğru günbatımını izleyen iki feraceli kadını tasvir ediyor. Antik A.Ş. daha önce Osman Hamdi Bey’in meşhur ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ adlı tablosunu rekor fiyata satmıştı. Bugün tablo Pera Müzesi’nde sergileniyor. ‘Huzur’ tablosunun da müzayedede yine rekor bir fiyattan satılması bekleniyor.
Serginin odak noktası bu eser olsa bile Şeker Ahmet Paşa’nın ‘Sonbahar’da Orman’ adlı eseri, Hoca Ali Rıza’nın ‘Göl Evi’ adlı peysaj çalışması, Süleyman Seyyit’in ve İbrahim Çallı’nın natürmort çalışmaları, Nazmi Ziya’nın ‘Çeşme ve Cami’ adlı eseri ve Şevket Dağ’ın ‘Han İçi’ ve ‘İstanbul’da Gemiler’ adlı eserleri görülmeye değerdi. Aynı zamanda oryantalist ressamlardan Zonaro’ya ait 'Şehzade Abdurrahim Efendi’ ve Brest’in ‘İstanbul’da Bir Sokak’ adlı tabloları da dikkati çeken parçalardandı. Dediğim gibi uzun zamandır bu kadar değerli ve kuvvetli eseri bir arada toplayan bir sergi gezmemiştim. Müzayedeye çıkacak parçalar bunlarla da bitmiyor. Tuğralı gümüşler, Christofle jardiniere ve çatal bıçak takımları, Edirnekari kanapeler, önemli hattatların eserleri olan Hilye-i Şerifeler 27 Kasım’daki müzayedede sanatseverlerin beğenisine sunulacak. Eğer meraklıysanız mutlaka katılın.



Antik A.Ş.’den çıkınca bu kez Bali Art Gallery’nin çağdaş sanat ustalarının eserlerini bir araya getiren‘Contemporary II’ adlı sergisine gittim. Ergin İnan, Devrim Erbil, Ömer Uluç, Canan Tolon, Özdemir Altan gibi isimlerin eserlerinin bulunduğu sergi çağdaş sanat sevenler için kaçırılmaması gerekenlerden. Çoğu eser ilk günden satılmıştı bile. Bu arada Yiğit Yazıcı’nın eserleri en çok dikkatimi çekenlerdendi. Sergi 10 Aralık’a kadar devam ediyor. Uğramanızı öneririm.



Son durak da Mabeyn Gallery’nin açtığı ikinci sergi olan Emre Tandırlı’nın ‘Süpriztepe’ sergisi oldu. ‘Süpriztepe’ sergisi Emre Tandırlı’nın son iki yıllık birikiminin ürünü. İstanbul’un tepelerinden kentin siluetini, kentin dokusunu tasvir etmiş eserlerinde. Daha çok tablolarda ara sokakları, yan yana dizilmiş apartmanlarıyla kenar mahalleleri görüyoruz. Ama tıpkı fotoğraf gibi, çok gerçekler. Yağlıboya tablo olduklarını unutup şehrin gerçekliğine dalıyorsunuz. Sergiyi 31 Aralık’a kadar izleyebilirsiniz. Aynı zamanda ‘Contemporary İstanbul’da ‘Mabeyn Gallery’ standında yine Emre Tandırlı eserlerine rastlayacaksınız. Bakmadan geçmeyin!

16 Kasım 2011 Çarşamba

Jetlag Günlüğü-2 Kitap

Amerika yolculuklarından sonra ciddi anlamda uyku düzenim şaşıyor, bünyem sapıtıyor ve 1 hafta süren bir ‘jetlag’ krizi yaşıyorum. Her seferinde böyle oluyor. Doğuya gittiğimde orada uyuyamıyorum, batıya gittiğimde İstanbul’a dönünce uyuyamıyorum. Bir türlü alışamadım bu uzak ülkelere. Avrupa’nın gözünü seveyim. Gideceğin yere 2-3 saatte uçuyorsun, güzel yemekler yiyip güzel insanlar görüyorsun. Ne gerek var daha uzaklaşmaya?


San Francisco-İstanbul uçuşunun çok uzun geleceğini düşündüğümden yanıma birkaç kitap almıştım. Ipad’im sağ olsun okumak pek nasip olmadı. Ipad olmadan ne yapıyormuşuz biz? İnsanı ciddi şekilde oyalıyor. Hiç sıkılmadan tüm yolculuğu geçirtiyor size. Zaten uçakta herkesin elinde bir Ipad. Teknolojiyi nasıl da yakından takip ediyoruz. Başka şansımız var mı ki? Takip etmemeyi tercih edersek de çağın gerisinde ve ‘demode’ kalıyoruz. Etrafımızdaki insanların bahsettiklerini bile anlayamıyoruz. Tekrar takip etmeye karar verdiğimizde ise alışması daha çok zaman alıyor. Sistem böyle yürüyor. Sizi her yeni çıkanı takibe ve tüketmeye zorluyor. Ben Ipad’imi Amerika’dan getirtip bir heves kullanmaya başladığımda Ipad 2’yi piyasaya sürdüler. Bence bu hiç adil değil! Bu kadar da hızlı gelişiyor olamaz. Ama oluyor işte.
Okuyamadığım kitapları geri getirdim ve başucuma okunmak üzere koydum. Uykusuz gecelerimde dost oldular bana. Şimdi size biraz onlardan bahsetmek istiyorum:


İki Cami Arasında Aşk
‘İki Cami Arasında Aşk’, Kanuni ve Hürrem’in aşkının meyvesi olan güzeller güzeli Mihrimah Sultan’la ona deli divane olan Mimar Sinan’ın hikayesini anlatıyor. Padişah saray kurallarına aykırı olmasına rağmen çok sevdiği kızı Mihrimah’ı uğur bellediği için seferlerde yanında götürüyor. Karaboğdan Seferi’nden dönerken ordunun karşısına geçit vermeyen bir nehir çıkıyor. Mimarlar, uzun süre nehrin üzerine bir köprü inşa etmeyi başaramayınca ordu nehir kenarında gerektiğinden fazla konaklamak zorunda kalıyor. Bir gün çadırında sıkılan Mihrimah at binmeye çıkıyor. Ne olduysa o gün oluyor. Sinan, Mihrimah’ı görüp vuruluyor. Onu etkileyebilmek için günlerce uyumuyor ve orduyu karşıya geçirecek bir köprü projesi hazırlıyor. Köprünün inşası başarıyla bitiriliyor ve karşı kıyıya geçmeyi başarıyorlar. Padişah ve Mihrimah çok memnun oluyorlar. Bu sırada yaşlı baş mimar kendi başarısızlığını hazmedemeyip yatağa düşüyor ve kısa sürede de ölüyor. Baş mimarlık Sinan’a teklif ediliyor. Böylece saraya ve Mihrimah’a bir adım daha yaklaşmış oluyor. Fakat bir sorun var. Sinan 50’sinde ve evli, Mihrimah ise henüz 17’sinde ve Hürrem tahttaki kendi yerini sağlamlaştırmak, Valide Sultan olabilmek için onu işbirliği yaptığı Rüstem Paşa’yla evlendirmeyi planlıyor. Sinan, Mihrimah’a talip olduğunu bildiriyor fakat olumsuz yanıt alıyor. Hürrem, Kanuni üzerinde o kadar etkili ki Mihrimah’ın Rüstem Paşa’yla evliliğini kabul ettiriyor. Hürrem’in hırsını, zekâsını ve entrikalarını daha iyi anlıyorsunuz bu kitapla. Öyle ki Damat İbrahim’den sonra Şehzade Mustafa’yı da bir entrika sonucu yok ediyor. Bu arada Sinan, kaderine razı gelmiş olmasına rağmen aşkından yanıp tutuşmaya devam ediyor ve kendini payitahtın en eşsiz eserlerini yaratmaya adıyor. Yaptığı her bir eser aslında Mihrimah Sultan’a ithafen. Üsküdar’daki Mihrimah Camii’ni etekli bir kadın formunda Mihrimah Sultan’ı hayal ederek yapıyor. Mihrimah aslında Sinan’ın aşkından başından beri haberdar ve Rüstem Paşa’yla da tamamen formalite icabı evli. O da kendini devlet işlerine adıyor ve annesinin yolundan giderek kardeşlerinin ve tahtın üzerinde güç sahibi olmaya çalışıyor. Fakat Hürrem’in sonu hayal ettiği gibi olmuyor. Çok sevdiği oğlu Cihangir’i kaybettikten sonra yatağa düşüyor ve Valide Sultan olamadan ölüyor. Mihrimah annesinin ölümünden sonra babası Kanuni’ye danışmanlık yapıyor. Sinan, Mihrimah’ı uzaktan izlemeye devam ediyor ve Edirnekapı’ya, tam Üsküdar’daki Mihrimah Camii’nin karşısına onun doğumgünü için bir cami daha dikiyor. Caminin varlığı Mihrimah tarafından ancak bir sene sonra keşfediliyor. Mihrimah camiyi görünce gözyaşlarını tutamıyor. Çünkü Edirnekapı’da güneş batarken Üsküdar’da ay doğuyor ve bu iki cami arasında ay ve güneş hiç bir zaman kavuşamıyor. Tıpkı Mihrimah ve Sinan’ın aşkı gibi! Bu arada Mihrimah isminin anlamı da güneş ve ay. Sinan’ın bu kadar eşsiz eserler vermesini dostu ve iş arkadaşı Derviş Ali şöyle açıklıyor: ‘Aşk, dünyada kavuşmak için değildir. Kavuştuğunda aşk olmaktan çıkar. Vuslata eren gönül, gün gelir bıkıp usanır. İçinde her an ona kavuşma ümidi olmasa bunca camiyi, hanı, hamamı nasıl yapardın?’
Bu arada kitap hakkında küçük bir not:  Kitap gayet akıcı, kolay okunuyor. Halen Türkçe öğretmenliği yapan Mürvet Sarıyıldız tarafından yazılmış. Fakat dikkatimi çeken şu oldu ki kitap imla ve noktalama hatalarıyla dolu. Dahi anlamındaki ‘de’nin ayrı yazılışı bir Türkçe öğretmeninin atlamaması gereken bir detay. Zaten Türkçe günden güne daha çok bozuluyor. Cümlelerin arasına İngilizce kelimeleri sokuşturup duruyoruz. Bari okuduğumuz kitaplarda saf ve doğru Türkçe bulabilelim.
Kitabı okuduktan sonra Üsküdar’daki Mihrimah Camii’ni gezdim. 1548 yılında tamamlanan caminin şadırvanı görülmeye değer. Eskiden cami deniz kıyısındaymış ve denizden kayıkla geldiğiniz takdirde direkt camiye ayak basabiliyormuşsunuz. Caminin içinde Rüstem Paşa’nın oğlunun da türbesi bulunmakta. Yolunuz düşerse gezmenizi tavsiye ederim.


Andy Warhol Felsefesi
Pop Art’ın kralı, dahi sanatçı Andy Warhol’un biraz da deli olduğunu sanırdım. Tüm o çevresindeki Hollywood artistleri, zengin ailelerin şımarık kızları, travestiler, transseksüeller, entelektüeller ve Bohem sokak insanları ile komün halinde yaşayıp da normal kalmış olması bana imkansız gelirdi. Özellikle ‘Factory Girl’ filminde Sienna Miller’ın canlandırdığı Edie Sedgwick’in düşüşüne izleyici kalması Warhol’un bir zalim olduğuna inandırmıştı beni. Tüm bu önyargılarımdan sonra kitabı okuyunca çok şaşırdım. Andy Warhol aslında mantıklı yorumları olan, olaylara objektif bakabilen, oldukça doğru analizler yapmayı başarmış ve sıradışı olmasına rağmen epey de zeki biri. Genelde bu tarz sanatçı otobiyografileri okuduğunuz zaman ‘bu adam da deli midir nedir?’ diye düşünürsünüz. Ben bu kitapta hiç öyle olmadım. Aksine çok hoşuma gitti. Şiddetle okumanızı tavsiye ederim. 
Kitapta Warhol’un aşk, güzellik, sanat, iş, şöhret, zaman, ölüm, başarı, ekonomi, atmosfer, para, New York ve dahası üzerine yorumlarını buluyorsunuz. Kendi felsefesini ve görüşlerini tüm bu konular üzerinden açıklıyor. Bunu yaparken de kendini eleştirmekten asla kaçınmıyor. Oldukça içten bir kitap. Fikriniz olması için kitaptan birkaç alıntı yapmak isterim:
Güzellik
‘İnsanlar ve uygarlıklar ne zaman yozlaşsa ve maddeci hale gelse, hep dış güzelliği ve zenginliği öne çıkarır; yaptığımız kötü bir şey olsaydı durumumuz bu kadar iyi olmazdı, bu kadar zengin ve güzel olmazdık derler. Kutsal Kitap’taki halklar Altın Buzağı’ya taptıklarında, sonra Yunanlılar insan vücuduna taptıklarında öyle diyordu. Ama güzelliğin ve mal mülkün sizin ne kadar iyi olduğunuzla ilgisi yoktur.’
Şöhret
‘Birilerini sadece sokakta gördüğünüzde gerçekten bir aura’ları olabilir. Ama ağızlarını açtıkları anda aura gider. ‘Aura’ ağzınızı açana kadar olsa gerek.’
‘Ünlü olmak o kadar da önemli değil. Ünlü olmasaydım Andy Warhol olduğum için vurulmazdım.’
İş
‘Para kazanmak sanattır. Çalışmak sanattır. İyi ticaret en iyi sanattır.’
‘Size bir şey olacaksa olacaktır. Siz onu olduramazsınız. Siz o olay olur mu olmaz mı diye meraklandığınız noktayı geçene kadar asla olmaz. Bir aktris arkadaşım bana demişti ki artık para istemez olduktan sonra ve artık mücevher istemez olduktan sonra, işte o zaman parası ve mücevheri olmuş. Bence bizim iyiliğimiz için hep böyle oluyor çünkü bir şeyleri istemekten vazgeçtikten sonra onları elde etmek sizi çıldırtmaz. Onları istemekten vazgeçtikten sonrası, onlara sahip olma durumuyla başa çıkabileceğiniz zamandır. Ya da öncesi. Ama o şeyleri istediğiniz dönem değil kesinlikle. Bir şeyleri gerçekten isterken elde ederseniz çıldırırsınız.’
‘İnsanlar sizi hiç yanlış anlamazsa ve her şeyi tıpkı sizin dediğiniz şekilde yaparlarsa, fikirlerinizin sadece aktarıcısı olurlar, siz de bundan sıkılırsınız. Ama sizi yanlış anlayan insanlarla çalışırsanız aktarım yerine dönüşüm elde edersiniz, bu da uzun vadede çok daha ilginçtir.’
Aşk
‘İnsanların on beşinde seks hakkında bir şeyler öğrenip otuz beşinde öldüğü zamanlarda, bugün galiba sekiz yaşında seksten haberdar olup seksenine kadar yaşayan insanlardan daha az sorunları olacağı açıktı. Aynı kavramla oynayıp durmak için uzun bir zaman bu. Aynı sıkıcı kavramla. Belki de çocuklarını gerçekten seven ve yaşamlarının olabildiğince küçük bir yüzdesinde sıkılmalarını ve hoşnutsuzluk yaşamalarını isteyen ana-babalar, flört etmelerine olabildiğince ileri yaşlara kadar izin vermemelidir ki çocukların daha uzun süre dört gözle bekleyeceği bir şey olsun.’

2 Kasım 2011 Çarşamba

Hat Sanatının Şaheserleri Hilye-i Şerifeler Sergisi


Dün Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Köşkü’nde ‘Hat Sanatının Şaheserleri Hilye-i Şerifeler’ sergisi açıldı. Serginin açılışına Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül ve Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay da katıldı. Serginin ev sahipliğini ise Yıldız Holding adına Ali Ülker ve Antik A.Ş. adına Nurcan Artam yaptı. Geçen sene ‘Kur-an’ı Kerim’ler için benzer bir sergi düzenlenmişti. Bu sergi onun devamı niteliğinde sayılabilir. Eserlerin güzelliğinin yanı sıra restorasyonu yeni tamamlanmış olan ve İstanbul Valiliği himayesinde olan Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Köşkü de büyüleyici ve görülmeye değerdi. Sergi 1 Aralık’a kadar gezilebilecek. Meraklısına duyurulur!


Hilye-i Şerife nedir?
Bildiğiniz üzere İslam dinine uymadığı düşünüldüğünden bizim sanat tarihimizde kutsal sayılan kişilerin resimleri ve heykelleri yapılmamıştır. Hz. Muhammed’i resmetmeye hiçbir sanatçı cesaret edememiştir. Kiliselerde görmeye alışkın olduğumuz Hz. İsa ve Meryem tasvirleri gibi eserlere bizde rastlanmaz. Bu yüzden farklı bir yola gidilmiş ve Hz. Muhammed’i tanıyanlar tarafından anlatılanlar referans alınarak peygamberin özellikleri yazıya dökülmüştür. Osmanlı hattatlarca 17. yüzyılda geliştirilen bir süsleme sanatı olan hilye, kelime olarak ‘süs, cevher, güzel sıfatlar, güzel yüz’ anlamlarına gelir. Hilye-i Şerife, Hz. Muhammed’in fiziksel ve karakter özelliklerini, ahlakını, insani özelliklerini, tavırlarını vs. tasvir eden eserlere verilen addır. Bir nevi peygamberimize düzülen methiyelerdir de diyebiliriz. Önceleri Müslümanlar tarafından bir saygı göstergesi olarak göğüs cebinde taşınan hilyeler daha sonra levha halinde yazılmaya başlanmıştır ki tarihte bilinen ilk levha halindeki hilyenin Hafız Osman olduğu görüşü kabul edilmektedir.  Büyük ebatlardaki ilk hilye yazarının ise Kazasker Mustafa İzzet Efendi olduğu bilinmektedir. Hat sanatının en güzel örneklerinden olan Hilye-i Şerifeleri yazmak hattatlar için her zaman bir onur olmuştur.


Hilye levhalarının bölümleri:
Klasik hilyelerde bulunan bölümler şu şekildedir:
Başmakam: Hilyenin en üstünde bulunan besmelenin yer aldığı bölümdür.
Göbek:  Hilye metninin en uzun bölümüdür.  Hz. Muhammed ile ilgili anlatımların yer aldığı ortadaki yuvarlak, oval veya dörtgen bölmedir.
Hilal: Her hilyede olması şart olmayan bir bölümdür. Genellikle göbeği çevreleyen hilal şekline sıvama altın sürülerek uygulanmıştır. Burada nuruyla dünyayı aydınlatan kâinatın efendisine en çok güneş ve ayın benzetilmesinin etkisi vardır.
Halife İsimleri: Dört halife olan Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın isimlerinin yer aldığı göbeğin etrafında bulunan bölümler. Burada dört ana meleğin ya da Hz. Muhammed’in dört isminin yazıldığı örnekler de görülmüştür.
Ayet-i Kerime: En yaygın olarak Enbiya Suresi’nin 107. ayetinin kullanıldığı Hz. Muhammed’le ilgili bir ayet barındıran bölümdür.
Etek: Göbeğe sığmayan hilye metninin yazıldığı, son satırında ise hilye yazarını ve yazılış tarihini içeren bilginin olduğu bölümdür.
Koltuklar: Etek kısmının iki yanında bulunan, mutlaka tezhiblenen dikdörtgen şeklindeki alanlardır.
Bu bölümler hilyenin boyutlarına göre iç pervaz ve dış pervazla çerçevelenmektedir. Hilyelerde yazı çeşidi olarak en çok muhakkak, sülüs, nesih ve ta’lik yazıdan gelişen nesta’lik kullanılmıştır. Bunların dışında kufi, gubari ve icaze hat çeşitleriyle de yazılmış olan ve bu yazı çeşitlerinin birlikte kullanıldığı hilyeler de bulunmaktadır. Kullanım sıklığına göre bu yazı çeşitlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Sülüs-nesih
Muhakkak-sülüs-nesih
Nesta’lik
Guburi
Kufi
Rıka

Size bunları yazmaktaki amacım eğer sergiye hilye hakkında biraz bilgi sahibi olarak giderseniz eserleri daha rahat inceleyeceğinizi ve sergiden daha çok zevk alacağınızı düşünmem.(Bu bölüm için Prof. Dr. Faruk Taşkale ve Ayşenur Kadakçı Velioğlu’nun hilye hakkındaki yazılarından yararlanılmıştır.)



Sergide hangi koleksiyonlardan eserler var?
Sergide Yıldız Holding’a ait Hilye-i Şerife’ler dışında Erdoğan Demirören koleksiyonuna ait parçalar en dikkat  çekenlerden. Erdoğan Demirören, Türkiye’nin en geniş hat koleksiyonlarından birine sahip. Aynı zamanda Nezih Barut’un koleksiyonundan bazı örnekler görmek mümkün. Nezih Barut aslında bir resim koleksiyoneri ve tabii tombak koleksiyonu da eşsiz. Fakat aynı zamanda Türkiye’de bugüne kadar satılmış en pahalı hilye olan Kazasker Mustafa İzzet’in Hilye-i Şerif’inin de sahibi. Eser Antik A.Ş. tarafından 2010 yılında 1 milyon 150 bin liraya satılmıştı. Yine Zeki Cemal Özen, Demet-Cengiz Çetindoğan, Mehmet Çebi, Ferit Rızvanoğlu, Mehmet Ürgüplü, Latife Boyner gibi koleksiyonerlerin de parçalarını bu sergide görmeniz mümkün.

Kasımda İstanbul'da Ne Yapılır?

Artık kış iyice kendini hissettirmeye başladı. Havalar soğudu, kışlıklarımızı giymeye başladık. Bu ayın en güzel yanı ‘Kurban Bayramı’. Umarım hepinizin tatili çok güzel geçer, şimdiden iyi bayramlar! Tatil dönüşü bakalım kasım ayı boyunca İstanbul’da kültür-sanat aktivitesi olarak neler yapabiliriz? O zaman içimizi ısıtacak program alternatiflerini inceleyim:



·    16 Kasım itibariyle Borusan Filarmoni Orkestrası konserlerine başlıyor.

·    14 Kasım’da Haliç Kongre Merkezi’nde Paul Anka konserine gidebilirsiniz.



·    18 Kasım’da ünlü caz üstadı Duke Ellington’ın bir konseri var. The Duke Ellington Orchestra’ya konuk sanatçı olarak Ece Göksu ve Fatih Erkoç eşlik edecek. Caz seviyorsanız kaçırmayın derim!


·    Eğer müzayedelerle ilgiliyseniz 27 Kasım’da Antik A.Ş.’nin düzenleyeceği 270. Müzayedesi Swissotel’de gerçekleşecek. Müzayedede başyapıt olarak Osman Hamdi Bey’in ‘Huzur’ adlı tablosu, Şeker Ahmet Paşa’nın ‘Sonbahar’da Orman’ adlı eseri, Fausto Zonaro’nun ‘İstanbul’u ve Hoca Ali Rıza’nın ‘Göl Evi’ adlı peyzaj çalışması yer alacak. Yine İbrahim Çallı, Şevket Dağ, Nazmi Ziya gibi ustaların eserlerini bu müzayedede görebilirsiniz.



·    1 Kasım’da açılan ‘Hat Sanatının Şaheserleri Hilye-i Şerifeler’ sergisini Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Köşkü’nde 1 Aralık’a kadar gezebilirsiniz. Bu arada köşk de en az eserler kadar görülmeye değer.

·    Mabeyn Gallery’de 17 Kasım’da Emre Tandırlı sergisi açılıyor. 15 Kasım’da ise Pg Art Gallery, Dolanbay’ın ‘Heavy Paintings-Beyond Traces’ adlı sergisine ev sahipliği yapacak.

·    Teşvikiye Sanat Galerisi’nde 12 Kasım’a kadar Can Büyükmehmet sergisi devam ediyor.



·    Henüz gezmediyseniz Pera Müzesi’nde ‘Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar’ sergisi kaçırmamanız gerekenlerden. Yine Sabancı Müzesi’nde Sophie Calle’in  ‘Son Kez, İlk Kez’ sergisi devam ediyor.


·     Ve tabii bu ayın en büyük atraksiyonu, sabırsızlıkla beklediğimiz: ‘Contemporary Istanbul’ çağdaş sanat fuarı bu yıl 24-27 Kasım tarihleri arasında altıncı kez sanatseverlerle buluşuyor. Fuar, Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ve İstanbul Kongre Merkezi’nde izlenebilecek.