16 Kasım 2011 Çarşamba

Jetlag Günlüğü-2 Kitap

Amerika yolculuklarından sonra ciddi anlamda uyku düzenim şaşıyor, bünyem sapıtıyor ve 1 hafta süren bir ‘jetlag’ krizi yaşıyorum. Her seferinde böyle oluyor. Doğuya gittiğimde orada uyuyamıyorum, batıya gittiğimde İstanbul’a dönünce uyuyamıyorum. Bir türlü alışamadım bu uzak ülkelere. Avrupa’nın gözünü seveyim. Gideceğin yere 2-3 saatte uçuyorsun, güzel yemekler yiyip güzel insanlar görüyorsun. Ne gerek var daha uzaklaşmaya?


San Francisco-İstanbul uçuşunun çok uzun geleceğini düşündüğümden yanıma birkaç kitap almıştım. Ipad’im sağ olsun okumak pek nasip olmadı. Ipad olmadan ne yapıyormuşuz biz? İnsanı ciddi şekilde oyalıyor. Hiç sıkılmadan tüm yolculuğu geçirtiyor size. Zaten uçakta herkesin elinde bir Ipad. Teknolojiyi nasıl da yakından takip ediyoruz. Başka şansımız var mı ki? Takip etmemeyi tercih edersek de çağın gerisinde ve ‘demode’ kalıyoruz. Etrafımızdaki insanların bahsettiklerini bile anlayamıyoruz. Tekrar takip etmeye karar verdiğimizde ise alışması daha çok zaman alıyor. Sistem böyle yürüyor. Sizi her yeni çıkanı takibe ve tüketmeye zorluyor. Ben Ipad’imi Amerika’dan getirtip bir heves kullanmaya başladığımda Ipad 2’yi piyasaya sürdüler. Bence bu hiç adil değil! Bu kadar da hızlı gelişiyor olamaz. Ama oluyor işte.
Okuyamadığım kitapları geri getirdim ve başucuma okunmak üzere koydum. Uykusuz gecelerimde dost oldular bana. Şimdi size biraz onlardan bahsetmek istiyorum:


İki Cami Arasında Aşk
‘İki Cami Arasında Aşk’, Kanuni ve Hürrem’in aşkının meyvesi olan güzeller güzeli Mihrimah Sultan’la ona deli divane olan Mimar Sinan’ın hikayesini anlatıyor. Padişah saray kurallarına aykırı olmasına rağmen çok sevdiği kızı Mihrimah’ı uğur bellediği için seferlerde yanında götürüyor. Karaboğdan Seferi’nden dönerken ordunun karşısına geçit vermeyen bir nehir çıkıyor. Mimarlar, uzun süre nehrin üzerine bir köprü inşa etmeyi başaramayınca ordu nehir kenarında gerektiğinden fazla konaklamak zorunda kalıyor. Bir gün çadırında sıkılan Mihrimah at binmeye çıkıyor. Ne olduysa o gün oluyor. Sinan, Mihrimah’ı görüp vuruluyor. Onu etkileyebilmek için günlerce uyumuyor ve orduyu karşıya geçirecek bir köprü projesi hazırlıyor. Köprünün inşası başarıyla bitiriliyor ve karşı kıyıya geçmeyi başarıyorlar. Padişah ve Mihrimah çok memnun oluyorlar. Bu sırada yaşlı baş mimar kendi başarısızlığını hazmedemeyip yatağa düşüyor ve kısa sürede de ölüyor. Baş mimarlık Sinan’a teklif ediliyor. Böylece saraya ve Mihrimah’a bir adım daha yaklaşmış oluyor. Fakat bir sorun var. Sinan 50’sinde ve evli, Mihrimah ise henüz 17’sinde ve Hürrem tahttaki kendi yerini sağlamlaştırmak, Valide Sultan olabilmek için onu işbirliği yaptığı Rüstem Paşa’yla evlendirmeyi planlıyor. Sinan, Mihrimah’a talip olduğunu bildiriyor fakat olumsuz yanıt alıyor. Hürrem, Kanuni üzerinde o kadar etkili ki Mihrimah’ın Rüstem Paşa’yla evliliğini kabul ettiriyor. Hürrem’in hırsını, zekâsını ve entrikalarını daha iyi anlıyorsunuz bu kitapla. Öyle ki Damat İbrahim’den sonra Şehzade Mustafa’yı da bir entrika sonucu yok ediyor. Bu arada Sinan, kaderine razı gelmiş olmasına rağmen aşkından yanıp tutuşmaya devam ediyor ve kendini payitahtın en eşsiz eserlerini yaratmaya adıyor. Yaptığı her bir eser aslında Mihrimah Sultan’a ithafen. Üsküdar’daki Mihrimah Camii’ni etekli bir kadın formunda Mihrimah Sultan’ı hayal ederek yapıyor. Mihrimah aslında Sinan’ın aşkından başından beri haberdar ve Rüstem Paşa’yla da tamamen formalite icabı evli. O da kendini devlet işlerine adıyor ve annesinin yolundan giderek kardeşlerinin ve tahtın üzerinde güç sahibi olmaya çalışıyor. Fakat Hürrem’in sonu hayal ettiği gibi olmuyor. Çok sevdiği oğlu Cihangir’i kaybettikten sonra yatağa düşüyor ve Valide Sultan olamadan ölüyor. Mihrimah annesinin ölümünden sonra babası Kanuni’ye danışmanlık yapıyor. Sinan, Mihrimah’ı uzaktan izlemeye devam ediyor ve Edirnekapı’ya, tam Üsküdar’daki Mihrimah Camii’nin karşısına onun doğumgünü için bir cami daha dikiyor. Caminin varlığı Mihrimah tarafından ancak bir sene sonra keşfediliyor. Mihrimah camiyi görünce gözyaşlarını tutamıyor. Çünkü Edirnekapı’da güneş batarken Üsküdar’da ay doğuyor ve bu iki cami arasında ay ve güneş hiç bir zaman kavuşamıyor. Tıpkı Mihrimah ve Sinan’ın aşkı gibi! Bu arada Mihrimah isminin anlamı da güneş ve ay. Sinan’ın bu kadar eşsiz eserler vermesini dostu ve iş arkadaşı Derviş Ali şöyle açıklıyor: ‘Aşk, dünyada kavuşmak için değildir. Kavuştuğunda aşk olmaktan çıkar. Vuslata eren gönül, gün gelir bıkıp usanır. İçinde her an ona kavuşma ümidi olmasa bunca camiyi, hanı, hamamı nasıl yapardın?’
Bu arada kitap hakkında küçük bir not:  Kitap gayet akıcı, kolay okunuyor. Halen Türkçe öğretmenliği yapan Mürvet Sarıyıldız tarafından yazılmış. Fakat dikkatimi çeken şu oldu ki kitap imla ve noktalama hatalarıyla dolu. Dahi anlamındaki ‘de’nin ayrı yazılışı bir Türkçe öğretmeninin atlamaması gereken bir detay. Zaten Türkçe günden güne daha çok bozuluyor. Cümlelerin arasına İngilizce kelimeleri sokuşturup duruyoruz. Bari okuduğumuz kitaplarda saf ve doğru Türkçe bulabilelim.
Kitabı okuduktan sonra Üsküdar’daki Mihrimah Camii’ni gezdim. 1548 yılında tamamlanan caminin şadırvanı görülmeye değer. Eskiden cami deniz kıyısındaymış ve denizden kayıkla geldiğiniz takdirde direkt camiye ayak basabiliyormuşsunuz. Caminin içinde Rüstem Paşa’nın oğlunun da türbesi bulunmakta. Yolunuz düşerse gezmenizi tavsiye ederim.


Andy Warhol Felsefesi
Pop Art’ın kralı, dahi sanatçı Andy Warhol’un biraz da deli olduğunu sanırdım. Tüm o çevresindeki Hollywood artistleri, zengin ailelerin şımarık kızları, travestiler, transseksüeller, entelektüeller ve Bohem sokak insanları ile komün halinde yaşayıp da normal kalmış olması bana imkansız gelirdi. Özellikle ‘Factory Girl’ filminde Sienna Miller’ın canlandırdığı Edie Sedgwick’in düşüşüne izleyici kalması Warhol’un bir zalim olduğuna inandırmıştı beni. Tüm bu önyargılarımdan sonra kitabı okuyunca çok şaşırdım. Andy Warhol aslında mantıklı yorumları olan, olaylara objektif bakabilen, oldukça doğru analizler yapmayı başarmış ve sıradışı olmasına rağmen epey de zeki biri. Genelde bu tarz sanatçı otobiyografileri okuduğunuz zaman ‘bu adam da deli midir nedir?’ diye düşünürsünüz. Ben bu kitapta hiç öyle olmadım. Aksine çok hoşuma gitti. Şiddetle okumanızı tavsiye ederim. 
Kitapta Warhol’un aşk, güzellik, sanat, iş, şöhret, zaman, ölüm, başarı, ekonomi, atmosfer, para, New York ve dahası üzerine yorumlarını buluyorsunuz. Kendi felsefesini ve görüşlerini tüm bu konular üzerinden açıklıyor. Bunu yaparken de kendini eleştirmekten asla kaçınmıyor. Oldukça içten bir kitap. Fikriniz olması için kitaptan birkaç alıntı yapmak isterim:
Güzellik
‘İnsanlar ve uygarlıklar ne zaman yozlaşsa ve maddeci hale gelse, hep dış güzelliği ve zenginliği öne çıkarır; yaptığımız kötü bir şey olsaydı durumumuz bu kadar iyi olmazdı, bu kadar zengin ve güzel olmazdık derler. Kutsal Kitap’taki halklar Altın Buzağı’ya taptıklarında, sonra Yunanlılar insan vücuduna taptıklarında öyle diyordu. Ama güzelliğin ve mal mülkün sizin ne kadar iyi olduğunuzla ilgisi yoktur.’
Şöhret
‘Birilerini sadece sokakta gördüğünüzde gerçekten bir aura’ları olabilir. Ama ağızlarını açtıkları anda aura gider. ‘Aura’ ağzınızı açana kadar olsa gerek.’
‘Ünlü olmak o kadar da önemli değil. Ünlü olmasaydım Andy Warhol olduğum için vurulmazdım.’
İş
‘Para kazanmak sanattır. Çalışmak sanattır. İyi ticaret en iyi sanattır.’
‘Size bir şey olacaksa olacaktır. Siz onu olduramazsınız. Siz o olay olur mu olmaz mı diye meraklandığınız noktayı geçene kadar asla olmaz. Bir aktris arkadaşım bana demişti ki artık para istemez olduktan sonra ve artık mücevher istemez olduktan sonra, işte o zaman parası ve mücevheri olmuş. Bence bizim iyiliğimiz için hep böyle oluyor çünkü bir şeyleri istemekten vazgeçtikten sonra onları elde etmek sizi çıldırtmaz. Onları istemekten vazgeçtikten sonrası, onlara sahip olma durumuyla başa çıkabileceğiniz zamandır. Ya da öncesi. Ama o şeyleri istediğiniz dönem değil kesinlikle. Bir şeyleri gerçekten isterken elde ederseniz çıldırırsınız.’
‘İnsanlar sizi hiç yanlış anlamazsa ve her şeyi tıpkı sizin dediğiniz şekilde yaparlarsa, fikirlerinizin sadece aktarıcısı olurlar, siz de bundan sıkılırsınız. Ama sizi yanlış anlayan insanlarla çalışırsanız aktarım yerine dönüşüm elde edersiniz, bu da uzun vadede çok daha ilginçtir.’
Aşk
‘İnsanların on beşinde seks hakkında bir şeyler öğrenip otuz beşinde öldüğü zamanlarda, bugün galiba sekiz yaşında seksten haberdar olup seksenine kadar yaşayan insanlardan daha az sorunları olacağı açıktı. Aynı kavramla oynayıp durmak için uzun bir zaman bu. Aynı sıkıcı kavramla. Belki de çocuklarını gerçekten seven ve yaşamlarının olabildiğince küçük bir yüzdesinde sıkılmalarını ve hoşnutsuzluk yaşamalarını isteyen ana-babalar, flört etmelerine olabildiğince ileri yaşlara kadar izin vermemelidir ki çocukların daha uzun süre dört gözle bekleyeceği bir şey olsun.’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder