11 Nisan 2012 Çarşamba

Hunt Slonem-Tüy Oyunları Bölüm II

Elinden düşürmediği Budist tespihiyle bir yandan içinden mantralar tekrar ederken bir yandan da galeriyi hayran hayran geziyor. Eskiye, egzotik olan her şeye hayran Hunt Slonem. Mabeyn Gallery de tam ona göre aslında. Sergisini, eskiyle moderni birleştiren bu mekanda açtığı için çok isabetli bir karar verdiğini düşünüyor. İstanbul’a ilk defa geliyor Hunt fakat New York’tan bir sürü tanıdığı İstanbullu arkadaşı var. Hepsini açılışında görmek istiyor. Biz de her birini tek tek arayıp Mabeyn Gallery’deki sergisinin açılışına davet ediyoruz.  


Peki kimdir bu Hunt Slonem?
1951 Maine doğumlu sanatçı New York’ta yaşıyor. Şu an New York’taki Malborough Gallery tarafından temsil ediliyor. 30 yıllık kariyeri boyunca dünyanın birçok yerinde 150’den fazla sergi açmış. Slonem’in eserleri aynı zamanda 80’i aşkın müzenin koleksiyonunda yer alıyor. Bu müzeler arasında dünyaca ünlü Guggenheim, Metropolitan, Smithsonian gibi müzeler de bulunuyor. Babasının askeri kariyeri dolayısıyla çocukluğunda çok fazla seyahat eden Slonem, daha sonra resim va sanat üzerine odaklanıyor ve Louisiana Tulane Üniversitesi’nden Resim ve Sanat Tarihi bölümünden mezun oluyor. Dönemin ünlü New Yorklu sanatçılarıyla çalışma imkanı bulan Slonem, New York’a gitmesi için teşvik ediliyor. Tabii ki New York’ta hayatta kalmak kolay değil. Aldığı burslar sayesinde New York’ta kalmayı başarıyor. Jackson Pollock’ı öldüren araba kazasında hayatta kalan kadın, Ruth Kligman tesadüfler eseri Hunt’a Harold Reed Galerisi’ndeki ilk sergisini açmasına yardımcı oluyor. Hunt, zamanla daha fazla insan tanıyor. O zamanlar, Studio 54 zamanları. New York’un New York olduğu söylenen zamanlar. Truman Capote, Lisa Minelli ve Andy Warhol gibi isimlerle takılıyor.


Kendisi sanatının çok fazla kategorize edilmesinden hoşlanmasa bile onun için neo-ekspresyonist diyebiliriz.  Yeteneği büyükbabasından miras. Büyükbabası da hobi olarak resim yaparmış. Hunt, eline fırça almadığı bir gün bile olmadığını ve bu işten başka bir iş yapmayı hayal bile edemediğini vurguluyor. New York 34. Cadde’de devasa bir stüdyosu var. Tam 15.000m^2’lik alana yayılmış bu stüdyonun girişinde sizi tavşan tablolarıyla bezeli bir duvar karşılıyor. Tavşan figürü, onun belirgin figürlerinden biri. Çünkü Çin Takvimi’ne göre tavşan burcu olduğunu öğreniyor. O tarihten itibaren de (bu 1980’lerin başına denk geliyor) sürekli tavşanları tekrarlıyor. Ama esas papağanlarıyla meşhur. Stüdyosunda 50’den fazla papağan ve tropik kuşuyla birlikte yaşıyor. Türkçe’de ayrımını bile bilmediğimiz papağan türlerini besliyor ve resmediyor. Resimlerin üstüne daha yağlıboya kurumadan fırçanın tersiyle çentikler atıyor. İşte bunlar da papağanların kafeslerini sembolize ediyor. Bir de kelebek figürünü kullanıyor. Hunt’ın sürekli aynı figürleri tekrar etmesi bir tür ruhsal meditasyon. ‘Mantralar tekrar edildiği için kutsaldır’ diye bir felsefesi var. Tahmin edersiniz ki birçok kez Hindistan’daki Aşram’lara ziyaretlerde bulunmuş. Budizm’e meraklı. Aslında çok enteresan bir hikayesi de var. Medyumuna yaptığı ziyaretlerinde birçok kez Abraham Lincoln’ün ruhunun onunla konuştuğuna inanıyor. Hatta bir seferinde ona güvercinleri resmetmesini tavsiye etmiş. Bu bakımdan,  eserleri arasında birçok Abraham Lincoln portresi de var.


Hunt Slonem, New York’tan sıkıldığı zamanlarda Louisiana’daki malikanelerine gidiyor (Anlayacağınız üzere sadece bir tane yok). Hatta Hunt Slonem’in malikanelerinin dekorasyonunu  konu alan bir kitap bile var. Kitabı görmelisiniz. Kendi eserlerinin altın varaklı antika çerçevelerle sergilendiği, rengarek duvarlar ve antikalarla bezeli, onlarca odası olan malikaneler... Gerçekten muhteşemler. Malikanelerinin film stüdyosu olarak kullanılmasına da izin veriyor. Evlerinde birçok bildiğimiz film çevrilmiş. Bu arada Hunt, antikaya çok meraklı. 19. Yüzyıl Fransız porselenleri ve vazoları, renkli el üfleme cam vazolar, gotik sandalyeler topluyor.


Gelelim Hunt Slonem’in İstanbul Macerasına…
Hunt, sergisinin açılışında bulunmak üzere İstanbul’a bir hafta önceden geldi. Tabii bir taraftan sergiyi asma işleriyle uğraştığımız için (bu arada daha önce belirtmedim sanırım ama serginin görsel küratörlüğü ve sanat direktörlüğünü ben üstendim J ) Hunt’ı kime paslasak diye de düşünmüyor değildik. Büyük şans ki daha önceden belirttiğim gibi Hunt’ın New York’tan tanıdığı bir sürü İstanbullu arkadaşı var. Hepsi teker teker akşam yemeğine davet etti kendisini. Özellikle Biricik Suden’le çok yakınlar.  O da çok ilgilendi Hunt’la sağolsun. Zaten galeride bir Hunt Slonem sergisi açılmasına ön ayak olan o oldu.


İstanbul’a ilk kez gelen birinin görmesi gereken yerleri gezdirdik tabii kendisine. İstanbul Modern, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, Kapalıçarşı vs. En çok Yerebatan Sarnıcı’nı sevdi. Sanırım ona mistik geldi. Cebindeki tüm bozuk paraları dilek dilemek için kullanmış olabilir. Ertesi günü alış-veriş yapmak ister diye ayırmıştık. Antika delisi olduğu için elbette antikalara bakmak istedi. Antik A.Ş.’den tutun da Çukurcuma’daki antikacılara kadar hepsini gezdi. Fakat pahalı buldu. Amerika’da daha ucuza bulabiliyormuş. Mükemmel olması şart değil, ben tamir ettiririm dediğine göre bir pazarı konsepti ona daha çok uyacaktı.


Her neyse o akşam galeride bir koleksiyonerler yemeği verildi. Mustafa Taviloğlu’lu, Olgaç Artam’lı, bol sanat sohbetli keyifli bir gece geçirdik. Yemekler ve sofra düzeni, Yemekhane adlı catering firması tarafından yapıldı. Gerçekten çok başarılıydılar. Hakan Bey’e tekrar teşekkürler! Bu arada Hunt kadar diet cola içen birini daha görmedim. Bardakla değil, bildiğin litrelik şişeden dikerek su içer gibi non-stop cola içiyor adam. Hayır alkol kullanmazsın, kolanın light’ını içersin de bu kilo nereden dememek için zor tuttum kendimi.


Ertesi sabah basın toplantısı vardı. Hunt, keyifli bir brunch eşliğinde önemli yayınların kültür-sanat yazarlarının sorularını yanıtladı. Birçok gazete, dergi ve internet sitesi sanatçıya ve sergiye yer verdi. O gün, Ender Mermerci’nin evinde devam etti. Müthiş misafirperverliğiyle Hunt’ı ve bizleri ağırlayan Ender Hanım adeta ülkemizi temsil eden bir elçi gibiydi. Oldukça geniş bir antika ve resim koleksiyonu olan Ender Hanım yalısını orijinali gibi korumuş. Eskiye ve tarihe meraklı olduğu için Hunt, tabii ki hayran kaldı. Bizlere açtığı o zengin sofrası ve keyifli sohbeti için kendisine teşekkür ederizJ


Açılış gününden bir gece önce Hunt, ünlü mimar Antony Todd’da yemekteydi. Ama ben orada bulunmadığım için size geceyi aktaramıyorum. Gelelim açılış gününe: Açılışımız çok güzel oldu. Galerinin duvarlarını sergi için rengarenk yapmıştık. Resimler de renkli zaten. E, bir de Hunt’ın her renkten çizgili ceketi de eklenince tam bir bahar sergisi oldu. Herkesin gözü gönlü açıldı. Galeriyi gezen sanatseverlerden olumlu puan aldık. Başarılı bir gece geçirdikten sonra Hunt’ı ertesi sabah ülkesine uğurladık.


Bu arada bu muhteşem sergiyi 27 Nisan’a kadar Mabeyn Gallery’de gezebilirsiniz. Ben, New Yorklu bu kadar ünlü bir ressam ayağınıza kadar gelmişken kaçırmamanızı tavsiye ederim!

1 Nisan 2012 Pazar

Nisan Ayında İstanbul'da Ne Yapılır?

Bahar mevsimi iyice kendini göstermeye başladı. Uzunca bir kıştan sonra artık sabahları nihayet güneşli, cıvıl cıvıl günlere uyanıyoruz. Akşamları da hava geç kararıyor. Enerjimiz yerinde, böylece bolca sosyalleşebilirizJ Bu güzel günleri kültür-sanat aktiviteleriyle değerlendirmek isteyenlere işte birkaç tavsiye:


Öncelikle 6 Nisan’da gösterime girecek olan yeni Ferzan Özpetek filmi ‘Magnifica Presenza (Şahane Misafir)’yı izlemenizi tavsiye ederim. Ben bir Ferzan Özpetek hayranı olarak filmi dört gözle bekliyorum. Geçen haftalarda ‘The Whiskey Festival’ kapsamında Ferzan Özpetek konuk edildi. Yeni filmin de fragmanı gösterildi. Maalesef filmin alt yazıları yetişmediği için ön gösterimi yapılamadı. Gerçi ben İtalyanca’sına da razıydım amaJ Fragmandan anlaşılacağı üzere Özpetek yine çok ilginç karakterler yaratmış. Ayrıca film müziği olarak yine bir Sezen Aksu bestesi seçmiş. Parça o kadar başarılı ki İtalya’da ‘en çok dinlenenler listesi’nde ilk sıraya oturmuş bile. Ayrıca filmin tek Türk oyuncusu Cem Yılmaz. Filmin konusu şu şekilde ortaya çıkmış: Ferzan Özpetek bir arkadaşıyla sohbet ederken arkadaşı etrafında bazı var olmayan  karakterler gördüğünü söylemiş. Delirdi mi bu adam diye düşünürken bu hikayeden çok ilginç bir film çıktı diyor, Özpetek. Mutlaka izleyin!


Mabeyn Gallery’de 5 Nisan’da Amerikalı ünlü sanatçı Hunt Slonem’in sergisi açılıyor. Hunt Slonem, ilk kez bir kişisel sergi için Türkiye’ye geliyor. Slonem’in işleri bugün 100’den fazla müzede sergileniyor. Bunların arasında Metropolitan, Smithsonian, Guggenheim gibi dünyaca ünlü müzeler de bulunuyor. Slonem’in kendine özgü bir tarzı var. Daha çok birlikte yaşadığı papağanları, tavşanları ve değişik kuş cinslerini resmediyor. Sanat direktörlüğünü bizzat benim yaptığım, Mabeyn Gallery’de renkli duvarlar ve altın varaklı çerçeveler eşliğinde sunduğumuz bu sergiyi gezmenizi tavsiye ederim. Sizi yaza hazırlayacak, emin olun!


5 Nisan’da Chalabi Art Gallery’de sevgili Sezin Aksoy’un kişisel sergisi açılıyor. 6 Nisan’dan itibaren ise Arter’de, Başak Doğa Temür’ün küratörlüğünü yaptığı Nevin Aladağ’ın ‘Sahne’ adlı sergisini izleyebilirsiniz. Yine 5 Nisan’da Alan İstanbul’da bir ‘Contemporary Street Art’ sergisi açılıyor. Yerli ve yabancı 10 sanatçının katılımıyla düzenlenen kolektif sergi, çağdaş sokak sanatını yorumlayacak.


TIM Show Center, nisan ayında İspanya’nın ünlü flamenko ustası Maria Carrasco ve grubunu konuk ediyor. Grup, Prosper Merimee’nin klasik eseri Carmen’i özgün bir koreografi eşliğinde sanatseverlerle buluşturuyor. Daha önce ‘Carmen’ izlediyseniz de izlemediyseniz de gitmenizi öneririm.


14 Nisan’da Kadıköy Süreyya Operası Sahnesi’nde ‘Ariadne Naxos’ta’ adlı eserin prömiyeri yapılacak. Viyana’nın en zengin adamının evinde düzenlenen ve birbirine rakip iki farklı grubun birer tiyatro eseri sahnelediği geceyi konu alan eser, tek perdelik bir opera. Opera sevenlere duyurulur!


Dünyanın sayılı maket, diorama ve savaş malzemeleri koleksiyonerlerinden Nejat Çuhadaroğlu, 12 Nisan’da Yıldız Sarayı’nda ‘Yaşayan ve Savaşan Osmanlı’ konulu bir sergi açıyor. Sergide, Çuhadaroğlu tarafından tasarlanan maketler de yer alacak. Birinci Dünya Savaşı, İstanbul’un Fethi, Kurtuluş Savaşı gibi önemli tarihi olayların canlandırılacağı sergide asker giysileri, madalyonlar ve silahlar gibi askeri objeler de sergilenecek.


31. İstanbul Film Festivali başladı! IKSV’nin organize ettiği festival kapsamında 31 Mart-15 Nisan tarihleri arasında 200’ün üzerinde film gösteriminin yanı sıra ünlü konukların katılacağı söyleşiler ve atölye çalışmaları yer alacak. Filmleri, Beyoğlu Atlas, Fitaş, Pera Müzesi, City’s sinemaları ve Kadıköy Rexx’te izeyebilirsiniz.


24 Nisan’da Borusan Müzik Evi, usta müzisyen Erkan Oğur’u müzikseverlerle buluşturuyor. Oğur’un konuk sanatçı olarak katılacağı bu dinletide genç kuşağın gelecek vadeden temsilcilerinden Erdem Şimşek sahne alacak. İlk bölümde kendi bestelerine yer verecek olan Şimşek ikinci bölümde ise Oğur’un katılımıyla birlikte dinleyicileri doğaçlama bir yolculuğa çıkaracak.


Tophane Art Walk etkinlikleri kapsamında 8 Nisan Pazar günü ‘Open Sunday’ ilan edilmiş ve Tophane’de bulunan birçok galeri o gün kapılarını saat 18.00’a dek açık tutuyor. Gezebileceğiniz galeriler ise şöyle: Galeri Nev, NON, Pi Artworks Galatasaray, CDA Projects, Galeri Zilberman, Pg Art Gallery, Pi Artworks Tophane, Daire, Elipsis Gallery, Galeri Mana, Galeri Apel, Edisyon, artSümer, Hayaka Artı, mars.


Ve son olarak, İş Sanat’ta 13 Nisan’da Buika, en iyi şarkılarını topladığı ‘En Mi Piel’ adlı best of albümündeki parçalarla dinleyicilerin huzuruna çıkıyor. Geleneksel copla şarkılarını flamenko, caz ve rumba ritimleriyle birleştiren sanatçının albümleri en çok satanlar listesine girmeye hak kazanmış. Eleştirmenlerin ve dinleyicilerin olumlu notlarını alan Buika’yı Pedro Almodovar’ın son filmi ‘La Piel Que Habito’da küçük bir rol alarak seslendirdiği şarkısından da tanıyoruz. Ruhunuza dokunacak aşk şarkıları dinlemek istiyorsanız Buika’nın performansını kaçırmayın derim.

1 Mart 2012 Perşembe

Mart Ayında İstanbul'da Ne Yapılır?


Mart ayı geldi. Oley!!! Şu son kış günlerini de atlatalım, sonrası bahar. Ben güneşli havalarda hep daha enerjik ve mutlu olurum. Eminim birçoğunuz da öyle. Hepinize bol aktiviteli, eğlenceli bir mart ayı diliyorum. Bu ay İstanbul’da ne gibi kültürel aktiviteler yapabiliriz, hep birlikte bakalım:


      1 Mart’ta Soda Galeri’de İngiliz heykel sanatçısı Andrew Barton’un ‘Final Frontier’ adlı sergisi açılıyor.  Bu sergi, Barton’un İstanbul’daki ilk solo sergisi. Sergide yer alan eserlerin konusu daha çok uzay ve din. Sanatçının, ‘MASA : Muslim Auronautics and Space Administration’ adını verdiği bir serisi var. Heykel sevenlerdenseniz bu birbirinden ilginç işleri görün derim.


       2 Mart’tan itibaren Rampa’da Ebru Özseçen’in ‘Gerçek Aşk Gönül Eşi / True Love Soul Mate’ adlı sergisini ve 7 Mart’tan itibaren de İlayda Sanat Galerisi’nde bir grup sergisi olan ‘Tema-s-sız/ Themeless Contactless’ adlı sergiyi izleyebilirsiniz.


       3 Mart ‘ta Tim Show Center Maslak’ta 40 kişilik yaylı çalgılar orkestrası eşliğinde ‘İncesaz Konseri ‘ düzenlenecek. Solistler Dilek Türkan ve Bora Ebeoğlu’nun seslendireceği şarkıdan tangoya, operetten türküye kadar birçok unutulmaz eser dansçılar eşliğinde muhteşem bir koreografiyle sahneye konulacak. Farklı bir müzik deneyimi yaşamak isteyenlere duyurulur.


     8 Mart’ta Mabeyn Gallery’de genç yeteneklerden Turgut Mutlugöz’ün sergisi açılıyor.  Serginin sanat direktörlüğünü de ben yapıyorum. Bu sefer işin içindeyim yaniJSizlerle sergi hakkında daha detaylı bilgi içeren bir yazı paylaşacağım elbette ama yolunuz düşerse galeride sizleri konuk etmekten mutluluk duyarım. İlgileniyorsanız bana e-mail atabilirsiniz.


10 Mart’ta Aya İrini’de çok ilginç bir konser var. Almanya’nın en köklü filarmoni orkestralarından biri olan Duisburg Filarmoni Orkestrası ve ülkemizin önde gelen genç bağlama virtüözü Erdal Akkaya dinleyicilerine bir müzik ziyafeti vaat ediyor. Hendrik Vestmann yönetimindeki Duisburg Filarmoni Orkestrası konserde Schubert ve Mendelssohn gibi seçkin bestecilerin eserlerine yer verecek. Erdal Akkaya solist olarak sahne alacağı konserde filarmoni orkestrası eşliğinde kendine has tarzıyla Yalnızlık, İki Yaka, Rüzgarla Bir gibi bestelerini yorumlayacak.


     Bildiğiniz üzere yakın zamanda kuruluşunun 10. yılını kutlayan Sakıp Sabancı Müzesi’nde ‘Karanlıkla Işığın Buluştuğu Yerde…Rambrandt ve Çağdaşları-Hollanda Sanatının Altın Çağı’ sergisi açıldı. Daha önce de belirttiğim gibi bu sene Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. yılı. Bu sayede ülkemizde, Hollanda bağlantılı birçok kültürel aktivite organize ediliyor. Ama bunlardan en önde geleni bu sergi diyebiliriz. Sergide, Rembrandt’ın yanı sıra aralarında Hollanda resminin önde gelen isimlerinin de bulunduğu 59 sanatçıya ait 73 tablo, 19 desen ve 18 objeden oluşan toplam 110 eser sanatseverlerle buluşuyor. Sergi, 10 Haziran’a kadar devam edecek.  Fakat mart ayı bu sergiyi gezmek için çok uygun.  Ayağımıza kadar gelmişken sakın bu sergiyi kaçırmayın!


17 Mart’ta Süreyya Operası sahnesinde ‘Hürrem Sultan’ balesinin prömiyeri gerçekleşecek. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin sahneye koyduğu, koreografisini Oytun Turfanda’nın, orkestra şefliğini ise Murat Kodallı’nın yaptığı balenin konusu ise Kanuni’nin baş kadını olmayı başaran Hürrem Sultan’ın yanlış bilgilerle şehzade Mustafa’yı öldürtüp kendi oğlunu onun yerine geçirme çabası. Prömiyerden sonra mart ayında 4 ayrı gösterim daha yapılacak.


       17 Mart’ta Arter’de Emre Baykal küratörlüğünde Mona Hatoum’un ‘Hala Buradasın’ adlı sergisi sanatseverlerle buluşacak.  Akbank Sanat’da ise 14 Mart’ta ‘Aftermath/Hesaplaşma’ adlı grup sergisi açılıyor. Küratörlüğünü Başak Şenova’nın yaptığı sergi ‘bellek’ ve ‘kötülük’ arasındaki ilişkiyi, geçmişe dönük hesaplaşmaları, unutmak ve unutmamak arasındaki gel-git durumunu konu alıyor.


       Babylon’da 1 Mart gecesi İlhan Erşahin’s Istanbul Sessions ikinci albümleri Night Rider’ın çıkışını bir lansman partisi ile kutlayacak. Yine Babylon’da Goethe Institut işbirliğiyle 3 Mart’ta ekolojik-tekno müziğinin kurucusu Alman Dominik Eulberg bir konser veriyor. 7-8 Mart’ta ise Fransız soul sanatçısı Ben L’Oncle’u Babylon sahnesinde izleyebilirsiniz.


      2 Mart’ta Muammer Karaca Tiyatrosu’nda çağımızın en büyük yazarlarından biri olan Bertolt Brecht’in hayatını konu alan yazarın şiir, şarkı ve öykülerinden Genco Erkal’ın uyarladığı müzikli kabare oyunu ‘Ben Bertolt Brecht’ adlı oyunu izleyebilirsiniz. Oyun dünyanın düzeni, kadının konumu, savaş ve barış gibi konuları ele alıyor.


       Caz ve soul müzik ustası Malia,Black Orchid’ adlı son albümü için çıktığı turne kapsamında 24 Mart’ta Tamirane’de bir konser verecek. Bu konser bu sene 15. yılını kutlayan Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında gerçekleşecek.


       Ve son olarak İş Sanat’tan bir bomba. 28 Mart’ta dünyaca ünlü ses sanatçısı Bobby McFerrin İş Sanat’ta solo bir konser verecek. Sanatçıyı ‘Don’t Worry Be Happy’ adlı eserinden de hepimiz çok iyi tanıyoruz. On Grammy ödüllü, muhteşem sesi ve tekniğiyle hafızalara kazınan McFerrin’ı kaçırmayın derim.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Van Gogh Alive


Abdi İbrahim firması ilaç sektörünün duayenlerindendir. Şirketin sahibi olan Barut ailesi ise sanata olan yakınlığıyla bilinir. Birçok sanat dalını barındıran inanılmaz geniş bir koleksiyonları vardır. Bu sene firmalarının 100. Kuruluş yıldönümü şerefine çok ilginç bir sergiye ev sahipliği yapıyorlar: Van Gogh Alive-The Experience.


Bu sergi, bildiğimiz usul bir sergi değil. Grande Exhibitions Avusturalya’nın yarattığı bu sergi aslında dünyanın birçok ülkesini gezdi. Şimdi ise Türkiye’de! Van Gogh’un eserleri 40 adet projektörle duvarlarda, tavanda, kolonlarda ve zeminde bulunan dev panolara yansıtılıyor ve dijital formatta seyirciye sunuluyor. Kendinizi adeta o bildiğiniz meşhur Van Gogh tablolarının içinde buluyorsunuz ve daha önce hiçbir sergide yaşamadığınız bir deneyim yaşıyorsunuz. Üstelik eserler yer yer hareket ediyor! Van Gogh Alive sergisi geleneksel müze kavramını aşıp sanatseverleri resmin hikayesi içinde bir yolculuğa çıkarıyor. Bu sergide teknoloji ve sanatı bir arada deneyimliyorsunuz.


SENSORY4 nedir?
Van Gogh Alive sergisi SENSORY4 teknolojisi kullanılarak tasarlanmış. Daha detaylı açıklamak gerekirse yüksek çözünürlüklü kırk adet projeksiyon, çok kanallı animasyonlar ve sinema kalitesindeki ses sisteminin birleşmesinden oluşan bu sistem, kristal netliğinde görüntü kalitesi sağlayarak izleyicide dokunma hissi uyandıracak kadar gerçek görüntüler sağlamakta. Görsel bir şölen yaratan sistem, ziyaretçilere nefes kesici bir deneyim yaşatmak için programlanmış.


Van Gogh hakkında
Vincent Willem Van Gogh 1853’te Kuzey Hollanda’nın tarımsal bölgelerinden birinde Protestan bir rahibin oğlu olarak dünyaya geldi. Sanat dünyasına girişi ise henüz 16 yaşında amcasının ortağı olduğu sanat simsarlığı şirketi olan Goulip et Cie’de orijinal ve röprodüksiyon resimler satarak oldu. 6 sene kadar bu şirkette çalışıp sanat piyasası ve eser fiyatlarını öğrendikten sonra Londra ve Paris’e giderek birçok ressamın eserlerini inceleme fırsatı buldu. Özellikle Jean-François Millet ve Barbizon Okulu’ndan diğer realist ressamların çalışmalarından etkilendi.
1876’da yaşadığı karşılıksız aşk onu depresyona sokunca işinden kovuldu ve 4 yıl boyunca kendini din eğitimine vererek misyoner oldu. Fakat bu işte de tutunamadı. 1880’de sanata döndü. 19. Yüzyıldaki hem empresyonizm hem de post empresyonizm akımlarından etkilenen Van Gogh zamanının en önemli ressamlarından Monet, Pissarro, Bernard ve Gauguin gibi sanatçılardan ilham aldı.
Sadece 10 yıl boyunca aktif olarak ressamlık yapmasına rağmen kendi kendini yetiştirdi.  Bu süre zarfında yaklaşık olarak 930 adet resim ve 1100 adet çizim ve taslak olmak üzere 2000’den fazla eser üretti. Ne yazık ki yaşadığı süre zarfında satılan tek eseri ‘Kırmızı Üzüm Bağı’dır. Bugün ise Van Gogh eserleri dünya çapındaki açık arttırmalarda milyonlarca dolara satılmaktadır. ‘Dr. Gachet’nin Portresi’ adlı eseri hala dünyada bir açık arttırmada satılan en pahalı resim olma rekoruna sahiptir. 

Sergi hakkında
Sergide gösterilen eserler sanatçının 1880-1890 yılları arasındaki çalışmalarını kapsıyor. Aynı zamanda sergi, bugün artık hepimizin iyi bildiği başyapıtlarını yarattığı yerler olan Arles, Saint- Remy ve Auvers-sur-Oise’da geçirdiği zaman zarfındaki duygu, düşünce ve ruh halini de yorumlamanızı sağlıyor. Çünkü sergide sadece resimler yok. Van Gogh’un yazdığı mektuplar ve notlar da var. Bu da onu daha iyi anlamanızı sağlıyor. Ben şahsen Van Gogh alıntılarına bayıldım. Aralarında çok etkileyici ve parlak cümleler var. Ayrıca sergi güçlü bir klasik müzik seçkisi ile tamamlanmış.
Eserlerin bu derece büyütülmüş olmasının bir avantajı da tüm detayları görüyor olmanız. Beni en çok büyüleyen ekranların bir anda Van Gogh’un unutulmaz başyapıtı ‘Natürmort: Vazoda 12 Ayçiçeği’ nde kullandığı safran sarısına bürünmesi oldu. Sergi, renkleri ve incelikleri yakalama fırsatı sunuyor.
Sergide görebileceğiniz bazı önemli eserler şunlar: Kırmızı Üzüm Bağı, Natürmort: Vazoda 12 Ay Çiçeği,  Vincent’ın Yatak Odası, Kulağı Sargılı Otoportre (biliyorsunuz kendisi delirip kulağını kesmişti), Teras Kafe, Sandalye ve Pipo, Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece, Süsen Çiçekleri, Yıldızlı Gece, Otoportre, Açılmış Badem Ağacı, Auvers’de Kilise, Doktor Gachet’nin Portresi, Buğday Tarlası ve Kargalar
Farklı bir deneyim yaşamak istiyorsanız sergiyi gidip gezmenizi öneririm. Ama esas önerim Amsterdam’a yolunuz düşerse Van Gogh Museum’a gitmeniz. Tüm bu eserleri, hatta çok daha fazlasını yerinde görmelisiniz. Beni hayatım boyunca en etkileyen müzelerden biri oldu açıkçası. Gerçekten olağanüstü ama bu farklı bir yazı konusu. İlerleyen zamanlarda daha detaylı bu müzeden bahsedeceğim. Şimdilik Van Gogh Alive-The Experience ile idare edinJ Sergi, 15 Mayıs 2012 tarihine kadar Karaköy’deki Antrepo 3’te izlenebilir.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Şubatta İstanbul'da Ne Yapılır?

Şubat ayına girmiş bulunuyoruz. Kışın tam ortasındayız. Bu sene soğuk ve kar da oldukça etkili. Ama yine de şubatı seviyorum. İnsanın içini ısıtan bir yanı da yok değil hani. Belki doğduğum ay olduğu için torpil geçiyorumdurJ Kim bilir? Bakalım şubatta İstanbul’da ne gibi kültür-sanat aktiviteleri mevcut:


  • !f İstanbul Uluslar arası Bağımsız Filmler Festivali, bu sene de 16 Şubat’ta başlıyor. Festival kapsamında, aralarında George Clooney’nin başrolünü oynadığı ‘The Descendants’ ve bir kanser hastasının komediyle karışık dramını anlatan ‘50/50’ gibi hit filmlerin yanı sıra kült filmler, kısa filmler, fantastik filmler ve bağımsız sinemadan örnekler izleyiciyle buluşuyor. Bağımsız sinemanın Paris merkezli organizasyonu L’ACID ise 20. Yılını kutlarken ‘!f Istanbul’a 5 filmlik bir seçkiyle katkıda bulunuyor. Bunlar arasında Jacques Nolot’nun meşhur filmi ‘Avant que J’Oublie’ de yer alıyor. Ayrıca son günlerde çok konuşulan ve Ahmet Yıldız cinayetini konu alan ‘Zenne’ adlı filmin de özel bir gösterimi yapılacak. Festivalde her zamanki gibi ilginç konuklar ve atölye çalışmları da yer alacak. Festival biletleri 3 Şubat’ta indirimli olarak Mybilet’ten satışa çıkıyor. Kaçırmak istemediğiniz filmlerin biletlerini önceden almanızı tavsiye ederim. Daha fazla bilgi için: www.ifistanbul.com/tr/

  • Abdi İbrahim’ ilaç firması bu sene 100. kuruluş yıldönümünü kutlarken bilim ve sanatı bir araya getiriyor. Van Gogh Alive Dijital Sanat Sergisi’ni sanatseverlerle buluşturmak üzere İstanbul’a getiriyor. Sergide, geleneksel sergileme tekniklerinin aksine yüksek çözünürlüklü projektörler sayesinde Van Gogh’un son dönem eserlerinin duvara, zemine ve hatta tavana yansıtılmış hallerini görebileceksiniz. Bu sergi, izleyiciye ışık, ses ve renklerin karmasının olduğu bir şölen vaat ediyor. Farklı bir deneyim yaşamak için mutlaka gezin. Sergi, Karaköy’de bulunan Anterepo 3’te 10 Şubat’ta açılıyor.

  • Şubat ayında Borusan Müzik Evi programında yine bazı isimler dikkat çekiyor: Ünlü piyanist Burçin Büke’nin son albümü ‘Gözbebeğim’deki eserlere yer vereceği konseri 11 Şubat’ta. 24 Şubat’ta Kerem Görsev ve Allan Harris, ‘American Songbook Project’ ile dinleyiciyle buluşuyor. Torun Eriksen ve İlhan Erşahin konserini ise 25 Şubat’ta yine Borusan Müzik Evi’nde izleyebilirsiniz.

  • Arter’de 10 Şubat’ta Melih Fereli’nin küratörlüğünü yaptığı Erdem Helvacıoğlu’na ait ‘Siyaha Özgürlük’ adlı sergi açılıyor.

  • Genç sanatçı Sümer Sayın’ın ilk kişisel sergisi ‘Bir An İçin/For A Moment’,  artON’da açıldı. Eserlerinde kinetik enstalasyon, çizim ve animasyon gibi teknikler kullanan sanatçının eserleri 29 Şubat’a kadar artON’da görülebilir.

  • 16 Şubat’ta İstanbul Modern’de iki yeni sergi birden açılıyor. ‘La La La İnsan Adımları’ adlı sergi Boijmans van Beuningen Müzesi Koleksiyonu’ndan bir seçki sunuyor. Sergi, farklı dönem ve coğrafyalardan gelen 28 sanatçının yapıtlarını 3 ana temada ele alıyor: tarihsel karşılaşmalar, kişisel karşılaşmalar, toplumsal karşılaşmalar. ‘Dünden Sonra’ adlı fotoğraf sergisi ise İstanbul Modern’in kendi fotoğraf koleksiyonundan bir seçki sunuyor. Serginin küratörlüğünü Fotoğraf Galerisi’nin yöneticiliğini yapan Engin Özendes üstleniyor.

  • Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası’nın şubat ayı programı da yine oldukça hareketli. Ünlü mitolojik eserlerden ‘Midas’ın Kulakları’ adlı opera 18 Şubat’ta prömiyerini yapacak. Hikayeyi bilemeyenlere kısa bir özet geçeyim. Güneş Tanrısı Apollon ile Doğa Tanrısı Pan aralarındaki yarışta Frigya kralı Midas’ı hakem olarak seçerler. Yarışta Apollon lir, Pan ise flüt çalacaktır. Midas yarışmanın sonunda Pan’ı galip ilan edince Apollon sinirlenir ve Midas’ın kulaklarını ‘eşek kulakları’na çevirir(Çocukken bu hikaye beni bayağı bir ürkütürdü.) Opera sevenlere bu eseri izlemelerini tavsiye ederim. Bu arada 14 Şubat’ta da yine Süreyya Operası’nda bir ‘Sevgililer Günü Konseri’ düzenlenecek. Konserde ünlü müzik virtüözü Burçin Büke sahne alacak ve ölümsüz 3 besteci Chopin, Liszt ve Gershwin’i bir araya getirecek. Meraklısına duyurulur!

  • Şubat ayı boyunca Pera Müzesi’nde Konstantiniyye’den İstanbul’a adlı 19. Yüzyıl ortalarından 20. Yüzyıla Boğaziçi’nin Anadolu yakası fotoğraflarını konu alan sergiyi izleyebilirsiniz. Fotoğraflar, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu’ndan ve bazı özel koleksiyonlardan derlenmiş. Sergi, şehrin geçmişteki çehresini gözler önüne sererken izleyiciyi Anadolu yakası kıyılarında keyifli bir yolculuğa çıkarıyor.

  • Mabeyn Gallery’de 7 Şubat’ta Alper Bıçaklıoğlu’nun ‘Yasal Sokak’ adlı sergisi açılıyor. Yine 7 Şubat’ta EkavArt Gallery’de, Metin Ünsal’ın ‘İmgeler Atlası’ adlı sergisi sanatseverlerle buluşuyor.

  • Salt Beyoğlu ve Galata’da ‘İstanbul Eindhoven: SaltVanAbbe: 89’dan Sonra’ adlı sergi izlenebilir. Bu sergi, ağırlıklı olarak Salt Beyoğlu’nda yer almakta. Bu sergi Hollanda’nın Eindhoven kentinde yer alan ve önemli bir modern ve çağdaş sanat koleksiyonuna sahip olan Van Abbemuseum işbirliğiyle gerçekleşiyor. Bu arada, bu sene bu kadar Hollanda bağlantılı sergi olmasının sebebi Türkiye ve Hollanda arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. Yılı olması. Salt’ta açılan bu sergi aslında bir serinin başlangıcı. 2012 yılı boyunca bunu takip eden Van Abbemuseum ortaklı sergiler ve etkinlikler olacak.

  • Genel sanat yönetmenliğini Mustafa Erdoğan’ın yaptığı başarılı dans topluluğu Anadolu Ateşi, bir Anadolu efsanesine daha can veriyor. Troya, 17 Şubat’ta Ülker Sports Arena’da sahneye konulacak. Biletlerinizi şimdiden alın.

  • Ve son olarak İş Sanat Kültür Merkezi, tüm dünyada önemli bir hayran kitlesine sahip İspanyol şarkıcı Monica Molina’yı ağırlıyor. 28 Şubat’taki konserinde sevenleriyle buluşacak olan sanatçı sıcacık sesi ve şarkılarıyla içinizi ısıtacak. Benim gibi Monica Molina hayranıysanız bu fırsatı kaçırmayın!

30 Ocak 2012 Pazartesi

The Artist


İnanılmaz tatlı, sıcacık, çikolatalı sufle gibi bir film! Neden mi bahsediyorum? Bu seneki Oscar adayları arasında izlemeyi en merakla beklediğim ‘The Artist’ten. Sonunda izledim ve hepinize de izlemenizi tavsiye ediyorum. Film, sizi alıp başka bir diyara götürüyor. Son derece sempatik, romantik ve emek harcanmış bir film. The Artist, Golden Globe 2012’de Komedi/Müzikal dalında en iyi film ödülünü alırken aynı zamanda Jean Dujardin’e muhteşem oyunculuğuyla Komedi/Müzikal dalında en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandırdı. Yine 2011 Cannes Film Festivali’nde Jean Dujardin, bu filmdeki rolüyle en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görüldü. Daha bir çok ödül alan ‘The Artist’, en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi erkek oyuncu da dahil toplam 10 dalda Oscar adayı oldu. George Clooney’nin ‘The Descendants’ını henüz izlemedim ama Dujardin’in bu filmdeki performansı ‘Moneyball’daki Brad Pitt performansına kesinlikle basar. Bence Jean Dujardin favori adaylardan. 26 Şubat’ta birlikte izleyip göreceğiz.


Film, sinema tarihinde önemli bir dönüm noktası olan teknolojik devrimi konu alıyor: Sesin sinemaya girişi. Bildiğiniz üzere 1920’li yılların sonuna kadar sinemada ses yoktu. Oyuncular, sadece jest ve mimiklerle izleyiciye duyguları aktarır ve sinema salonlarında canlı bir orkestra eşliğinde filmler izlenirdi. Eski Charlie Chaplin filmlerinden de gayet net hatırlarsınız. Daha sonra ses, sinemaya girdi ve bu dönemde birçok sanatçının kariyeri olumsuz yönde etkilendi. ‘The Artist’ işte tam da bu sessiz sinemadan sesliye geçiş dönemini anlatıyor. Başrol oyuncumuz George Valentin (Jean Dujardin) sessiz sinemanın en karizmatik ve jön yıldızlarından biri. Oynadığı her film büyük başarı kazanan Valentin’in güzel bir eşi, görkemli bir evi ve büyük bir hayran kitlesi var. Bu sırada filmlerde dansçı ve figüran olan Poppy Miller (Berenice Bejo)’la tanışıyor. Genç kız da kendisine hayran. Daha sonra sesin sinemaya girişini ve eski dönemdeki yıldızların gözden düşmesini izliyoruz. Bu yeni dönemde Valentin’in hayatı alt üst olurken Poppy Miller hızla ve şımarıkça yükselmeye başlıyor. Valentin sahip olduğu her şeyi, karısını, evini, mal varlığını teker teker kaybediyor. Filmin sonunda ise Valentin’e hayran Poppy’nin vefakar aşkıyla kendisi için yepyeni bir umut doğuyor.


Film, sinema sanatının sessiz dönemine bir saygı duruşu niteliğinde diyalogsuz, sessiz, siyah-beyaz ve saniyede 22 kare ile çekilmiş. Filmi sahnelere uygun efektlerle süslenmiş bir müzik eşliğinde izliyorsunuz. Ama sonuna kadar hiç sıkmadan izlettiriyor. Bu noktada da Jean Dujardin’in oyunculuğu ön plana çıkıyor. Mimikleri ve jestleri inanılmaz. Bence önemli ve üst düzey bir oyunculuk örneği sergilemiş. Filmin yazarlığı ve yönetmenliğini ise yine Oscar adayı Michel Hazanavicius üstlenmiş. Filmdeki nadir olan konuşmalar da tıpkı eski filmlerdeki gibi siyah zemin üzerine yazılmış yazılarla veriliyor. Sinema tarihinin başlangıç dönemlerine nostaljik bir yolculuk yapıyorsunuz.


‘The Artist’ son dönemlerde sıkça izlediğimiz ve içimize fenalık bastıran ticari filmlerden biri değil. Gerek konusu, gerek çekim teknikleri, gerek içerdiği oyunculukla bana kalırsa oldukça orijinal ve seyredilmeyi hak ediyor. 21. Yüzyılda artık sessiz film mi kalmış demeyin! Hiç replik barındırmayan bir film o kadar kuvvetli adayın arasından nasıl sıyrılıp da bu kadar ödülü hak etmiş kendi gözlerinizle görün.