20 Kasım 2011 Pazar

1 Akşamda 3 Sergi Birden...

Bayram sonrası İstanbul’da organizasyonlar ve kültür-sanat aktiviteleri yeniden hızlanıverdi. Öyle ki her şey aynı akşama toplanınca hangi birisine yetişeceğimizi şaşırdık. Geçen perşembe üç sergi birden gezdim. Dahası da vardı da ancak bunlara zamanımız yetiştiJ Hepsi de birbirinden keyifli ve görülmeye değer sergilerdi.



Öncelikle Antik A.Ş.’nin Antik Palace’da organize ettiği 27 Kasım Pazar günü Swissotel’de gerçekleşecek 270. Müzayedelerinde satışa çıkacak eserlerin gösterildiği sergiyi ziyaret ettim. Gerçekten kaçırılmayacak sergilerden biriydi. Bu kadar eşsiz eseri arada görmek güzel bir deneyimdi. Müzayedenin ana parçası İsmail Cem Koleksiyonu’na ait bir parça olan Osman Hamdi Bey’in ‘Huzur’ adlı tablosu. Gerçek bir başyapıt niteliği taşıyan bu eser 1957 yılından beri ilk defa sergilenmekte. Tablonun bir diğer ismi de ‘Feraceli Kadınlar’. 1904 tarihli bu eser Eskihisar Kalesi’ne doğru günbatımını izleyen iki feraceli kadını tasvir ediyor. Antik A.Ş. daha önce Osman Hamdi Bey’in meşhur ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ adlı tablosunu rekor fiyata satmıştı. Bugün tablo Pera Müzesi’nde sergileniyor. ‘Huzur’ tablosunun da müzayedede yine rekor bir fiyattan satılması bekleniyor.
Serginin odak noktası bu eser olsa bile Şeker Ahmet Paşa’nın ‘Sonbahar’da Orman’ adlı eseri, Hoca Ali Rıza’nın ‘Göl Evi’ adlı peysaj çalışması, Süleyman Seyyit’in ve İbrahim Çallı’nın natürmort çalışmaları, Nazmi Ziya’nın ‘Çeşme ve Cami’ adlı eseri ve Şevket Dağ’ın ‘Han İçi’ ve ‘İstanbul’da Gemiler’ adlı eserleri görülmeye değerdi. Aynı zamanda oryantalist ressamlardan Zonaro’ya ait 'Şehzade Abdurrahim Efendi’ ve Brest’in ‘İstanbul’da Bir Sokak’ adlı tabloları da dikkati çeken parçalardandı. Dediğim gibi uzun zamandır bu kadar değerli ve kuvvetli eseri bir arada toplayan bir sergi gezmemiştim. Müzayedeye çıkacak parçalar bunlarla da bitmiyor. Tuğralı gümüşler, Christofle jardiniere ve çatal bıçak takımları, Edirnekari kanapeler, önemli hattatların eserleri olan Hilye-i Şerifeler 27 Kasım’daki müzayedede sanatseverlerin beğenisine sunulacak. Eğer meraklıysanız mutlaka katılın.



Antik A.Ş.’den çıkınca bu kez Bali Art Gallery’nin çağdaş sanat ustalarının eserlerini bir araya getiren‘Contemporary II’ adlı sergisine gittim. Ergin İnan, Devrim Erbil, Ömer Uluç, Canan Tolon, Özdemir Altan gibi isimlerin eserlerinin bulunduğu sergi çağdaş sanat sevenler için kaçırılmaması gerekenlerden. Çoğu eser ilk günden satılmıştı bile. Bu arada Yiğit Yazıcı’nın eserleri en çok dikkatimi çekenlerdendi. Sergi 10 Aralık’a kadar devam ediyor. Uğramanızı öneririm.



Son durak da Mabeyn Gallery’nin açtığı ikinci sergi olan Emre Tandırlı’nın ‘Süpriztepe’ sergisi oldu. ‘Süpriztepe’ sergisi Emre Tandırlı’nın son iki yıllık birikiminin ürünü. İstanbul’un tepelerinden kentin siluetini, kentin dokusunu tasvir etmiş eserlerinde. Daha çok tablolarda ara sokakları, yan yana dizilmiş apartmanlarıyla kenar mahalleleri görüyoruz. Ama tıpkı fotoğraf gibi, çok gerçekler. Yağlıboya tablo olduklarını unutup şehrin gerçekliğine dalıyorsunuz. Sergiyi 31 Aralık’a kadar izleyebilirsiniz. Aynı zamanda ‘Contemporary İstanbul’da ‘Mabeyn Gallery’ standında yine Emre Tandırlı eserlerine rastlayacaksınız. Bakmadan geçmeyin!

16 Kasım 2011 Çarşamba

Jetlag Günlüğü-2 Kitap

Amerika yolculuklarından sonra ciddi anlamda uyku düzenim şaşıyor, bünyem sapıtıyor ve 1 hafta süren bir ‘jetlag’ krizi yaşıyorum. Her seferinde böyle oluyor. Doğuya gittiğimde orada uyuyamıyorum, batıya gittiğimde İstanbul’a dönünce uyuyamıyorum. Bir türlü alışamadım bu uzak ülkelere. Avrupa’nın gözünü seveyim. Gideceğin yere 2-3 saatte uçuyorsun, güzel yemekler yiyip güzel insanlar görüyorsun. Ne gerek var daha uzaklaşmaya?


San Francisco-İstanbul uçuşunun çok uzun geleceğini düşündüğümden yanıma birkaç kitap almıştım. Ipad’im sağ olsun okumak pek nasip olmadı. Ipad olmadan ne yapıyormuşuz biz? İnsanı ciddi şekilde oyalıyor. Hiç sıkılmadan tüm yolculuğu geçirtiyor size. Zaten uçakta herkesin elinde bir Ipad. Teknolojiyi nasıl da yakından takip ediyoruz. Başka şansımız var mı ki? Takip etmemeyi tercih edersek de çağın gerisinde ve ‘demode’ kalıyoruz. Etrafımızdaki insanların bahsettiklerini bile anlayamıyoruz. Tekrar takip etmeye karar verdiğimizde ise alışması daha çok zaman alıyor. Sistem böyle yürüyor. Sizi her yeni çıkanı takibe ve tüketmeye zorluyor. Ben Ipad’imi Amerika’dan getirtip bir heves kullanmaya başladığımda Ipad 2’yi piyasaya sürdüler. Bence bu hiç adil değil! Bu kadar da hızlı gelişiyor olamaz. Ama oluyor işte.
Okuyamadığım kitapları geri getirdim ve başucuma okunmak üzere koydum. Uykusuz gecelerimde dost oldular bana. Şimdi size biraz onlardan bahsetmek istiyorum:


İki Cami Arasında Aşk
‘İki Cami Arasında Aşk’, Kanuni ve Hürrem’in aşkının meyvesi olan güzeller güzeli Mihrimah Sultan’la ona deli divane olan Mimar Sinan’ın hikayesini anlatıyor. Padişah saray kurallarına aykırı olmasına rağmen çok sevdiği kızı Mihrimah’ı uğur bellediği için seferlerde yanında götürüyor. Karaboğdan Seferi’nden dönerken ordunun karşısına geçit vermeyen bir nehir çıkıyor. Mimarlar, uzun süre nehrin üzerine bir köprü inşa etmeyi başaramayınca ordu nehir kenarında gerektiğinden fazla konaklamak zorunda kalıyor. Bir gün çadırında sıkılan Mihrimah at binmeye çıkıyor. Ne olduysa o gün oluyor. Sinan, Mihrimah’ı görüp vuruluyor. Onu etkileyebilmek için günlerce uyumuyor ve orduyu karşıya geçirecek bir köprü projesi hazırlıyor. Köprünün inşası başarıyla bitiriliyor ve karşı kıyıya geçmeyi başarıyorlar. Padişah ve Mihrimah çok memnun oluyorlar. Bu sırada yaşlı baş mimar kendi başarısızlığını hazmedemeyip yatağa düşüyor ve kısa sürede de ölüyor. Baş mimarlık Sinan’a teklif ediliyor. Böylece saraya ve Mihrimah’a bir adım daha yaklaşmış oluyor. Fakat bir sorun var. Sinan 50’sinde ve evli, Mihrimah ise henüz 17’sinde ve Hürrem tahttaki kendi yerini sağlamlaştırmak, Valide Sultan olabilmek için onu işbirliği yaptığı Rüstem Paşa’yla evlendirmeyi planlıyor. Sinan, Mihrimah’a talip olduğunu bildiriyor fakat olumsuz yanıt alıyor. Hürrem, Kanuni üzerinde o kadar etkili ki Mihrimah’ın Rüstem Paşa’yla evliliğini kabul ettiriyor. Hürrem’in hırsını, zekâsını ve entrikalarını daha iyi anlıyorsunuz bu kitapla. Öyle ki Damat İbrahim’den sonra Şehzade Mustafa’yı da bir entrika sonucu yok ediyor. Bu arada Sinan, kaderine razı gelmiş olmasına rağmen aşkından yanıp tutuşmaya devam ediyor ve kendini payitahtın en eşsiz eserlerini yaratmaya adıyor. Yaptığı her bir eser aslında Mihrimah Sultan’a ithafen. Üsküdar’daki Mihrimah Camii’ni etekli bir kadın formunda Mihrimah Sultan’ı hayal ederek yapıyor. Mihrimah aslında Sinan’ın aşkından başından beri haberdar ve Rüstem Paşa’yla da tamamen formalite icabı evli. O da kendini devlet işlerine adıyor ve annesinin yolundan giderek kardeşlerinin ve tahtın üzerinde güç sahibi olmaya çalışıyor. Fakat Hürrem’in sonu hayal ettiği gibi olmuyor. Çok sevdiği oğlu Cihangir’i kaybettikten sonra yatağa düşüyor ve Valide Sultan olamadan ölüyor. Mihrimah annesinin ölümünden sonra babası Kanuni’ye danışmanlık yapıyor. Sinan, Mihrimah’ı uzaktan izlemeye devam ediyor ve Edirnekapı’ya, tam Üsküdar’daki Mihrimah Camii’nin karşısına onun doğumgünü için bir cami daha dikiyor. Caminin varlığı Mihrimah tarafından ancak bir sene sonra keşfediliyor. Mihrimah camiyi görünce gözyaşlarını tutamıyor. Çünkü Edirnekapı’da güneş batarken Üsküdar’da ay doğuyor ve bu iki cami arasında ay ve güneş hiç bir zaman kavuşamıyor. Tıpkı Mihrimah ve Sinan’ın aşkı gibi! Bu arada Mihrimah isminin anlamı da güneş ve ay. Sinan’ın bu kadar eşsiz eserler vermesini dostu ve iş arkadaşı Derviş Ali şöyle açıklıyor: ‘Aşk, dünyada kavuşmak için değildir. Kavuştuğunda aşk olmaktan çıkar. Vuslata eren gönül, gün gelir bıkıp usanır. İçinde her an ona kavuşma ümidi olmasa bunca camiyi, hanı, hamamı nasıl yapardın?’
Bu arada kitap hakkında küçük bir not:  Kitap gayet akıcı, kolay okunuyor. Halen Türkçe öğretmenliği yapan Mürvet Sarıyıldız tarafından yazılmış. Fakat dikkatimi çeken şu oldu ki kitap imla ve noktalama hatalarıyla dolu. Dahi anlamındaki ‘de’nin ayrı yazılışı bir Türkçe öğretmeninin atlamaması gereken bir detay. Zaten Türkçe günden güne daha çok bozuluyor. Cümlelerin arasına İngilizce kelimeleri sokuşturup duruyoruz. Bari okuduğumuz kitaplarda saf ve doğru Türkçe bulabilelim.
Kitabı okuduktan sonra Üsküdar’daki Mihrimah Camii’ni gezdim. 1548 yılında tamamlanan caminin şadırvanı görülmeye değer. Eskiden cami deniz kıyısındaymış ve denizden kayıkla geldiğiniz takdirde direkt camiye ayak basabiliyormuşsunuz. Caminin içinde Rüstem Paşa’nın oğlunun da türbesi bulunmakta. Yolunuz düşerse gezmenizi tavsiye ederim.


Andy Warhol Felsefesi
Pop Art’ın kralı, dahi sanatçı Andy Warhol’un biraz da deli olduğunu sanırdım. Tüm o çevresindeki Hollywood artistleri, zengin ailelerin şımarık kızları, travestiler, transseksüeller, entelektüeller ve Bohem sokak insanları ile komün halinde yaşayıp da normal kalmış olması bana imkansız gelirdi. Özellikle ‘Factory Girl’ filminde Sienna Miller’ın canlandırdığı Edie Sedgwick’in düşüşüne izleyici kalması Warhol’un bir zalim olduğuna inandırmıştı beni. Tüm bu önyargılarımdan sonra kitabı okuyunca çok şaşırdım. Andy Warhol aslında mantıklı yorumları olan, olaylara objektif bakabilen, oldukça doğru analizler yapmayı başarmış ve sıradışı olmasına rağmen epey de zeki biri. Genelde bu tarz sanatçı otobiyografileri okuduğunuz zaman ‘bu adam da deli midir nedir?’ diye düşünürsünüz. Ben bu kitapta hiç öyle olmadım. Aksine çok hoşuma gitti. Şiddetle okumanızı tavsiye ederim. 
Kitapta Warhol’un aşk, güzellik, sanat, iş, şöhret, zaman, ölüm, başarı, ekonomi, atmosfer, para, New York ve dahası üzerine yorumlarını buluyorsunuz. Kendi felsefesini ve görüşlerini tüm bu konular üzerinden açıklıyor. Bunu yaparken de kendini eleştirmekten asla kaçınmıyor. Oldukça içten bir kitap. Fikriniz olması için kitaptan birkaç alıntı yapmak isterim:
Güzellik
‘İnsanlar ve uygarlıklar ne zaman yozlaşsa ve maddeci hale gelse, hep dış güzelliği ve zenginliği öne çıkarır; yaptığımız kötü bir şey olsaydı durumumuz bu kadar iyi olmazdı, bu kadar zengin ve güzel olmazdık derler. Kutsal Kitap’taki halklar Altın Buzağı’ya taptıklarında, sonra Yunanlılar insan vücuduna taptıklarında öyle diyordu. Ama güzelliğin ve mal mülkün sizin ne kadar iyi olduğunuzla ilgisi yoktur.’
Şöhret
‘Birilerini sadece sokakta gördüğünüzde gerçekten bir aura’ları olabilir. Ama ağızlarını açtıkları anda aura gider. ‘Aura’ ağzınızı açana kadar olsa gerek.’
‘Ünlü olmak o kadar da önemli değil. Ünlü olmasaydım Andy Warhol olduğum için vurulmazdım.’
İş
‘Para kazanmak sanattır. Çalışmak sanattır. İyi ticaret en iyi sanattır.’
‘Size bir şey olacaksa olacaktır. Siz onu olduramazsınız. Siz o olay olur mu olmaz mı diye meraklandığınız noktayı geçene kadar asla olmaz. Bir aktris arkadaşım bana demişti ki artık para istemez olduktan sonra ve artık mücevher istemez olduktan sonra, işte o zaman parası ve mücevheri olmuş. Bence bizim iyiliğimiz için hep böyle oluyor çünkü bir şeyleri istemekten vazgeçtikten sonra onları elde etmek sizi çıldırtmaz. Onları istemekten vazgeçtikten sonrası, onlara sahip olma durumuyla başa çıkabileceğiniz zamandır. Ya da öncesi. Ama o şeyleri istediğiniz dönem değil kesinlikle. Bir şeyleri gerçekten isterken elde ederseniz çıldırırsınız.’
‘İnsanlar sizi hiç yanlış anlamazsa ve her şeyi tıpkı sizin dediğiniz şekilde yaparlarsa, fikirlerinizin sadece aktarıcısı olurlar, siz de bundan sıkılırsınız. Ama sizi yanlış anlayan insanlarla çalışırsanız aktarım yerine dönüşüm elde edersiniz, bu da uzun vadede çok daha ilginçtir.’
Aşk
‘İnsanların on beşinde seks hakkında bir şeyler öğrenip otuz beşinde öldüğü zamanlarda, bugün galiba sekiz yaşında seksten haberdar olup seksenine kadar yaşayan insanlardan daha az sorunları olacağı açıktı. Aynı kavramla oynayıp durmak için uzun bir zaman bu. Aynı sıkıcı kavramla. Belki de çocuklarını gerçekten seven ve yaşamlarının olabildiğince küçük bir yüzdesinde sıkılmalarını ve hoşnutsuzluk yaşamalarını isteyen ana-babalar, flört etmelerine olabildiğince ileri yaşlara kadar izin vermemelidir ki çocukların daha uzun süre dört gözle bekleyeceği bir şey olsun.’

2 Kasım 2011 Çarşamba

Hat Sanatının Şaheserleri Hilye-i Şerifeler Sergisi


Dün Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Köşkü’nde ‘Hat Sanatının Şaheserleri Hilye-i Şerifeler’ sergisi açıldı. Serginin açılışına Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül ve Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay da katıldı. Serginin ev sahipliğini ise Yıldız Holding adına Ali Ülker ve Antik A.Ş. adına Nurcan Artam yaptı. Geçen sene ‘Kur-an’ı Kerim’ler için benzer bir sergi düzenlenmişti. Bu sergi onun devamı niteliğinde sayılabilir. Eserlerin güzelliğinin yanı sıra restorasyonu yeni tamamlanmış olan ve İstanbul Valiliği himayesinde olan Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Köşkü de büyüleyici ve görülmeye değerdi. Sergi 1 Aralık’a kadar gezilebilecek. Meraklısına duyurulur!


Hilye-i Şerife nedir?
Bildiğiniz üzere İslam dinine uymadığı düşünüldüğünden bizim sanat tarihimizde kutsal sayılan kişilerin resimleri ve heykelleri yapılmamıştır. Hz. Muhammed’i resmetmeye hiçbir sanatçı cesaret edememiştir. Kiliselerde görmeye alışkın olduğumuz Hz. İsa ve Meryem tasvirleri gibi eserlere bizde rastlanmaz. Bu yüzden farklı bir yola gidilmiş ve Hz. Muhammed’i tanıyanlar tarafından anlatılanlar referans alınarak peygamberin özellikleri yazıya dökülmüştür. Osmanlı hattatlarca 17. yüzyılda geliştirilen bir süsleme sanatı olan hilye, kelime olarak ‘süs, cevher, güzel sıfatlar, güzel yüz’ anlamlarına gelir. Hilye-i Şerife, Hz. Muhammed’in fiziksel ve karakter özelliklerini, ahlakını, insani özelliklerini, tavırlarını vs. tasvir eden eserlere verilen addır. Bir nevi peygamberimize düzülen methiyelerdir de diyebiliriz. Önceleri Müslümanlar tarafından bir saygı göstergesi olarak göğüs cebinde taşınan hilyeler daha sonra levha halinde yazılmaya başlanmıştır ki tarihte bilinen ilk levha halindeki hilyenin Hafız Osman olduğu görüşü kabul edilmektedir.  Büyük ebatlardaki ilk hilye yazarının ise Kazasker Mustafa İzzet Efendi olduğu bilinmektedir. Hat sanatının en güzel örneklerinden olan Hilye-i Şerifeleri yazmak hattatlar için her zaman bir onur olmuştur.


Hilye levhalarının bölümleri:
Klasik hilyelerde bulunan bölümler şu şekildedir:
Başmakam: Hilyenin en üstünde bulunan besmelenin yer aldığı bölümdür.
Göbek:  Hilye metninin en uzun bölümüdür.  Hz. Muhammed ile ilgili anlatımların yer aldığı ortadaki yuvarlak, oval veya dörtgen bölmedir.
Hilal: Her hilyede olması şart olmayan bir bölümdür. Genellikle göbeği çevreleyen hilal şekline sıvama altın sürülerek uygulanmıştır. Burada nuruyla dünyayı aydınlatan kâinatın efendisine en çok güneş ve ayın benzetilmesinin etkisi vardır.
Halife İsimleri: Dört halife olan Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın isimlerinin yer aldığı göbeğin etrafında bulunan bölümler. Burada dört ana meleğin ya da Hz. Muhammed’in dört isminin yazıldığı örnekler de görülmüştür.
Ayet-i Kerime: En yaygın olarak Enbiya Suresi’nin 107. ayetinin kullanıldığı Hz. Muhammed’le ilgili bir ayet barındıran bölümdür.
Etek: Göbeğe sığmayan hilye metninin yazıldığı, son satırında ise hilye yazarını ve yazılış tarihini içeren bilginin olduğu bölümdür.
Koltuklar: Etek kısmının iki yanında bulunan, mutlaka tezhiblenen dikdörtgen şeklindeki alanlardır.
Bu bölümler hilyenin boyutlarına göre iç pervaz ve dış pervazla çerçevelenmektedir. Hilyelerde yazı çeşidi olarak en çok muhakkak, sülüs, nesih ve ta’lik yazıdan gelişen nesta’lik kullanılmıştır. Bunların dışında kufi, gubari ve icaze hat çeşitleriyle de yazılmış olan ve bu yazı çeşitlerinin birlikte kullanıldığı hilyeler de bulunmaktadır. Kullanım sıklığına göre bu yazı çeşitlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Sülüs-nesih
Muhakkak-sülüs-nesih
Nesta’lik
Guburi
Kufi
Rıka

Size bunları yazmaktaki amacım eğer sergiye hilye hakkında biraz bilgi sahibi olarak giderseniz eserleri daha rahat inceleyeceğinizi ve sergiden daha çok zevk alacağınızı düşünmem.(Bu bölüm için Prof. Dr. Faruk Taşkale ve Ayşenur Kadakçı Velioğlu’nun hilye hakkındaki yazılarından yararlanılmıştır.)



Sergide hangi koleksiyonlardan eserler var?
Sergide Yıldız Holding’a ait Hilye-i Şerife’ler dışında Erdoğan Demirören koleksiyonuna ait parçalar en dikkat  çekenlerden. Erdoğan Demirören, Türkiye’nin en geniş hat koleksiyonlarından birine sahip. Aynı zamanda Nezih Barut’un koleksiyonundan bazı örnekler görmek mümkün. Nezih Barut aslında bir resim koleksiyoneri ve tabii tombak koleksiyonu da eşsiz. Fakat aynı zamanda Türkiye’de bugüne kadar satılmış en pahalı hilye olan Kazasker Mustafa İzzet’in Hilye-i Şerif’inin de sahibi. Eser Antik A.Ş. tarafından 2010 yılında 1 milyon 150 bin liraya satılmıştı. Yine Zeki Cemal Özen, Demet-Cengiz Çetindoğan, Mehmet Çebi, Ferit Rızvanoğlu, Mehmet Ürgüplü, Latife Boyner gibi koleksiyonerlerin de parçalarını bu sergide görmeniz mümkün.

Kasımda İstanbul'da Ne Yapılır?

Artık kış iyice kendini hissettirmeye başladı. Havalar soğudu, kışlıklarımızı giymeye başladık. Bu ayın en güzel yanı ‘Kurban Bayramı’. Umarım hepinizin tatili çok güzel geçer, şimdiden iyi bayramlar! Tatil dönüşü bakalım kasım ayı boyunca İstanbul’da kültür-sanat aktivitesi olarak neler yapabiliriz? O zaman içimizi ısıtacak program alternatiflerini inceleyim:



·    16 Kasım itibariyle Borusan Filarmoni Orkestrası konserlerine başlıyor.

·    14 Kasım’da Haliç Kongre Merkezi’nde Paul Anka konserine gidebilirsiniz.



·    18 Kasım’da ünlü caz üstadı Duke Ellington’ın bir konseri var. The Duke Ellington Orchestra’ya konuk sanatçı olarak Ece Göksu ve Fatih Erkoç eşlik edecek. Caz seviyorsanız kaçırmayın derim!


·    Eğer müzayedelerle ilgiliyseniz 27 Kasım’da Antik A.Ş.’nin düzenleyeceği 270. Müzayedesi Swissotel’de gerçekleşecek. Müzayedede başyapıt olarak Osman Hamdi Bey’in ‘Huzur’ adlı tablosu, Şeker Ahmet Paşa’nın ‘Sonbahar’da Orman’ adlı eseri, Fausto Zonaro’nun ‘İstanbul’u ve Hoca Ali Rıza’nın ‘Göl Evi’ adlı peyzaj çalışması yer alacak. Yine İbrahim Çallı, Şevket Dağ, Nazmi Ziya gibi ustaların eserlerini bu müzayedede görebilirsiniz.



·    1 Kasım’da açılan ‘Hat Sanatının Şaheserleri Hilye-i Şerifeler’ sergisini Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Köşkü’nde 1 Aralık’a kadar gezebilirsiniz. Bu arada köşk de en az eserler kadar görülmeye değer.

·    Mabeyn Gallery’de 17 Kasım’da Emre Tandırlı sergisi açılıyor. 15 Kasım’da ise Pg Art Gallery, Dolanbay’ın ‘Heavy Paintings-Beyond Traces’ adlı sergisine ev sahipliği yapacak.

·    Teşvikiye Sanat Galerisi’nde 12 Kasım’a kadar Can Büyükmehmet sergisi devam ediyor.



·    Henüz gezmediyseniz Pera Müzesi’nde ‘Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar’ sergisi kaçırmamanız gerekenlerden. Yine Sabancı Müzesi’nde Sophie Calle’in  ‘Son Kez, İlk Kez’ sergisi devam ediyor.


·     Ve tabii bu ayın en büyük atraksiyonu, sabırsızlıkla beklediğimiz: ‘Contemporary Istanbul’ çağdaş sanat fuarı bu yıl 24-27 Kasım tarihleri arasında altıncı kez sanatseverlerle buluşuyor. Fuar, Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ve İstanbul Kongre Merkezi’nde izlenebilecek.  

27 Ekim 2011 Perşembe

Mabeyn Gallery


Mabeyn Gallery daha yepyeni bir galeri. Henüz ilk sergilerini yapıyorlar. Mekanın sahipleri Sibel Pektaş ve Emirhan Elkorek. Beşiktaş Evlendirme Dairesi’nin önünden Akaretler’e doğru giderken hemen sağda bulunuyor. Müthiş tarihi bir köşk. Zaten galeri de ismini tarihinden alıyor. Burası eskiden Beşiktaş Başmabeyinci Köşkü’ymüş. II. Abdülhamit’in Başmabeyinciliğini yapmış Hacı Ali Rıza Paşa’ya aitmiş. Tavanlardaki resim ve süslemeleri görmelisiniz. Burada tam bir tarih yatıyor. Binanın süslemeleri, Osmanlı resminin ilk batılılaşma örnekleri arasında gösteriliyor.


Galeriye girdiğimizde bizi sevgili Emirhan karşılıyor ve başlıyor anlatmaya. Emirhan, koleksiyoner bir aileden geliyor. Çocukluğundan beri sanatla hep iç içe olmuş. Akademik olarak sanat tarihi eğitimi almasa da bu konuda oldukça birikimli. Galeride daha çok çağdaş sanat sergilemek istiyorlar. Mekanın tarihi dokusunu bozmamak adına eserleri sergilemek üzere özel bir perdeleme ve ışıklandırma sistemi kullanmışlar. Aslında burada modern ve gelenekseli bir arada deneyimliyoruz. Fakat binanın sergilenen eserlerin önüne geçmemesi önemli tabii. Bunu başarmışlar. 


Galerinin açılışını da yaptıkları ilk sergi, Huri Kiriş’in ‘Fıstık Ezmesi’ adlı sergisi. 4 Kasım’a kadar devam ediyor. Huri, aslında daha ikinci kişisel sergisini yapan genç bir sanatçı ama eserleri görünce vuruluyorsunuz. Çok çarpıcı, çok gerçek ve çok detaylılar. Her işte müthiş bir emek yatıyor, belli. Huri Kiriş eserlerinde insanın aldığı haller, kadına şiddet, insana şiddet, çarpıtılmış ataerkil yaklaşım ve kurban olgularını işliyor. Eserlerde aynı zamanda Bizans sanatı ve İslami tezhip sanatın etkilerini görüyorsunuz. Ustaca işlenmiş arka plan detaylarının önünde üç boyutlu figürler sanki canlanacakmış gibi duruyor, fotoğraf hissi veriyor. Tablolardaki derinlik muhteşem.


Sergi, 235x600 cm’lik devasa Ayşe Paşalı tablosuyla başlıyor. Giriş salonunda sadece bu eser var. Spotlar tablonun tam orta yerine, dayak yemiş kadın figürünün yaralarına yansıtılmış. İlk etki, ilk izlenim bu salonda yaratılıyor. Bundan sonra ne göreceğinizi merak ediyorsunuz.


Devam ettikçe kadına şiddeti vurgulayan diğer eserlerle karşılaşıyorsunuz. Hem içiniz burkuluyor, hem hayran kalıyorsunuz. Çirkin olan aynı zamanda bu kadar güzel olabilir! Sonra sıra keçilere geliyor, günah keçilerine.  Bu eserlerde de anlayacağınız üzere sembolik bir anlatım var. Figürler, siyah ve altın rengi ‘background’ üzerinde daha bir dikkat çekiyor.


Bir tablonun önüne geliyoruz. Çıplak bir genç kadın resmi. Aslında resim pornografik ama bana hiç öyle gelmiyor. İlk etapta daha çok, kadının güzelliğine dalıyorum. Eserin adı ‘Stoya’. Meğer kendisi ünlü bir porno yıldızıymış. Google’dan araştırıyorum. Hakikaten de çok meşhurmuş ve çok da güzel. Huri Kiriş de saflık ve doğallık içerisindeki erotizmiyle Stoya’yı harika yansıtmış eserinde.


Sergiyi gezmeye devam ediyoruz ve galerinin artık en üst katına varıyoruz. Merdivenleri çıkar çıkmaz ‘Kurban’ adlı eserle karşı karşıya kalıyoruz. Bu eser, sadece kadına değil erkeğe de şiddet uygulanabileceğini vurguluyor. Hem de erkeğe şiddet oldukça kanlı ve ölümcül olabiliyor. İsa’nın çarmıha gerilmesi sahnesine gönderme yapan resim insanlığın vahşetini ortaya koyuyor.  Huri, Bizans ikonografisinin yanı sıra Hıristiyanlık dininden de oldukça etkilenmiş. Yasak Elma, Maria Magdalena, Gabriel, Meryem, Kutsal Koca, Kutsal Yaprak gibi eserleri Hıristiyanlık dininin sembolleri ve figürlerinin modernize edilmiş halleri diyebiliriz. Sanatçı, eserlerinde tüm bu kutsal figürleri gündelik hayata indirgemiş ve ‘dünyevilik ve kutsallık’ arasında yaşanan ezeli çekişmeyi gündeme taşımış.
Serginin bitmesine günler kaldı ama vaktiniz varsa kaçırmayın derim. Galerinin ikinci sergisi ise 17 Kasım’da açılacak olan Emre Tandırlı sergisi. Emre Tandırlı genç bir sanatçı ama eserlerinden bazılarını görme şansım oldu ve yine iddialı bir sergi olacağına eminim. Merakla bekliyoruz.
Bu arada Mabeyn Galley’nin ismini ileride çok duyacağa benziyoruz. Sahipleri, mekanda daha farklı sanatsal aktivitelerde de bulunmayı ve burayı ileride bir ‘sanat evi’ haline getirmeyi planlıyor.  Ayrıca daha çok yeni olmalarına rağmen Mabeyn Gallery bir sürpriz yapıp ‘Contemporary İstanbul’a da katılmaya karar vermiş. Fuarda standlarına uğrayın ve sanatçılarıyla tanışma fırsatı yakalayın derim!

23 Ekim 2011 Pazar

Kosinitza

Canınız balık mı çekiyor? Ama bizim balıkçılar da hep aynı, değil mi? Aynı mezeler ve aynı usul pişirilmiş balıklar. Balık başka türlü servis edilemez mi? O zaman deniz mahsullerinin hasını yemek için Kosinitza’ya gelin.


Kosinitza, Kuzguncuk’ta yer alan ufacık bir restaurant. Aynı zamanda Kosinitza, Kuzguncuk’un  eski adı. Restaurant 25 kişilik. Taş çatlasa 30 kişi alır. Butik hizmet veriyorlar. İbrahim Özyürük buranın sahibi. Kendisi Galatasaray Lisesi mezunu. Fransız ekolünden. Hep restaurant’ın başında. Balıkları sabaha karşı gidip kendisi seçiyor. Her detayla kendisi ilgileniyor. Ordulu bir aşçıları var. Ama yemek tarifleri hep İbrahim Bey’den. Aşçıya da her şeyi o öğretmiş. İbrahim Bey, müşterilerini sanki evde misafirlerini ağırlar gibi ağırlıyor. Her masayla tek tek ilgileniyor. Belli ki Fransız mutfağına tutkun. Monsieur, işi biliyor.
Restaurant bana İtalya’yı hatırlatıyor. Böyle, ailelerin işlettiği ufak ‘trattoria’lar vardır Roma’da. İşte burası da aynen öyle. Ortada deniz mahsulü mezelerin olduğu tabaklarla dolu bir yuvarlak servis masası ve etrafında masalar. Öyle Kavaklıdere, Doluca, Corvus gibi ‘commercial’ şaraplar yok burada. İbrahim Bey şarapları bile özel seçiyor. Bize, Umurbey Sauvignon Blanc öneriyor. İlk defa test ediyoruz ama çok beğeniyoruz. Annem İtalyan sofra şaraplarına benzetiyor, babam Pinot Grigio’ya.


Entree olarak ortadaki masadan mezeler seçiyoruz. Hepsi birbirinden güzel ve enteresan gözüküyor. Somon ve közlenmiş patlıcanın kombinasyonu, yaprak sarmanın içinde balık ve baby kalamar muhteşem. Hepsi günlük çıkıyor. Her şey taze. Ahtapot o kadar güzel marine edilmiş ki normalde kayış gibi olan hayvan burada lokum gibi. Mutlaka damak zekinize uygun bir şeyler bulabilirsiniz.
Ardından ara sıcak olarak ahtapot veya kalamar ızgara alabilirsiniz. Eğer Fransız mutfağına meraklıysanız meşhur balık çorbası ‘Bouillabaisse’ deneyebilirsiniz. Yemek öncesi tadımlık çorba getiriyorlar zaten. Ne kadar lezzetli olduğunu anlıyorsunuz. Her yerde ‘Bouillabaise’ bulmak mümkün değil tabii. Meraklısıysanız asla kaçırmayın derim. Ayrıca ‘Moules Marinieres’ de yapıyorlar.


Ana yemek için çok fazla seçenek var. Eminim hepsi de muhteşemdir. Ama size tavsiye edeceğim spesiyalite ‘Milföy kaplamalı porçini mantarlı dil balığı güveç’. Aman Tanrım! Bu kadar lezzetli bir şey yemiş olamazsınız. Baş döndürüyor, kendinizden geçiriyor. Ayrıca sunumu da harika.
Bu arada dükkan ufacık. Duvarlarda satılık tablolar var. Her ay değişiyorlar. Eee, tabii Kuzguncuk sanatçı mekanı. Böyle olması normal. Dükkanın dokusuna da çok uyuyor.  Müşteri kitlesi de çok kaliteli. Belli ki burayı bilen geliyor. Öyle alakasız insan profili görmüyorsunuz. Herkes bu muhteşem yemek deneyiminin tadını çıkaracak tipten.
Ve tatlı. Ben çok tatlıcı değilim açıkçası. Ama bir tanesi var ki asla hayır demem: Creme Brulee. Wowww! Kosinitza’da da harika yapılmış. İki ayrı kapta getiriyorlar. Biri vanilyalı, biri dağ meyveli. Çok da iddialı panna cotta’ları var. Mutlaka denemelisiniz bence! 
Ama işin kötü tarafı ertesi sabah kalkıp tartıldığınızda 1 kilo almış oluyorsunuz. Biraz tuzdan tabii. Bu konuda uyarayım. Ama değer mi? Kesinlikle değer!!!Bir hafta az yiyin, rejimi Kosinitza’da bozun derimJ Bu arada eğer haftasonuysa mutlaka rezervasyonlu gidin.
İletişim: İcadiye Cad. Bereketli Sok. 2/A Kuzguncuk-İstanbul  0216 334 04 00

16 Ekim 2011 Pazar

Akaretler Art&Design Day

Akaretler, sanat ve tasarım merkezi olma yolunda hızla ilerliyor!


Bu yıl ikincisi düzenlenen ‘Akaretler Art&Design Day’ 15 Ekim'de gerçekleşti. Derin Sarıyer’in sahibi olduğu Derin mağazasında Aziz Sarıyer’in mobilya tasarımlarından bir seçki sergilendi. Bu arada mağaza çok güzel olmuş. Sarıyerler’in tasarımlarının yanı sıra Gaia&Gino’nun objelerini ve yine Alparda tasarımlarını görmek mümkün. Özellikle modern ve minimalist dekorasyondan hoşlanıyorsanız gezmenizi tavsiye ederim.


Yine son zamanların popüler tasarım ve mimarlık ofisi Autoban’ın da Akaretler’de bir mağazası var. Burada da Assouline tarafından Coca-Cola’nın 125. Yılına özel olarak hazırlanmış kitabın lansmanı vardı. 1900’lü yıllardan günümüze kadar olan süreçte Coca-Cola şişesinin nasıl evrim geçirdiğine tanık olduk. Eski şişelerden de kola servisi yapılıyordu ki dayanamayıp bir tanesini eve götürmek üzere aldım. Tasarım Coca-Cola şişelerine karşı bir zaafım var. Küçük bir koleksiyonum oluştu diyebilirim.
Can Hi-Fi Extreme Audio’yu ilk defa gezdim. Aslında biraz kardeşim sayesinde. İşin teknik kısmından anlayan o. Mağazayı görünce hemen girmek istedi. Sattıkları ses ve müzik sistemleri en iyi kalite ve salonunuzun dekorasyonunu tamamlayacak şıklıkta. Ahşap kolonlar adeta mobilya gibi. İhtiyacınız varsa aklınızda bulunsun. Onlar da ‘Akaretler Art&Design Day ‘ için saat 20.30’da başlayan bir Ayşe Gencer jazz performansı ayarlamışlar. Maalesef oradan yemeğe devam ettiğimiz için kalamadık ama eminim çok keyifli geçmiştir. Dinlemek isterdim açıkçası.


Eş zamanlı olarak Galerist’te kavramsal sanatçılarımızdan Sarkis’in ‘Depo Sergisi’ vardı. Alışıldığın dışında bir sergiydi. Zaten sergi için bir açılış yapılmadığı gibi, hakkında herhangi basılı bir davetiye bile yokmuş. Sarkis’in kendi eserlerini yeniden yorumlamasına dayalı olan retrospektif sunumu niteliğindeki sergide genellikle kağıt üzerine suluboya çalışmalar ve neon ışık enstalasyonlarına rastlıyorsunuz. Galerist’in caddeye bakan vitrinlerinden gözüken dev boydaki çalışmalar insanı galerinin içine çekmeye yetiyor. Fakat bana göre bu ‘Depo Sergisi’ Galerist yerine Rampa’da olmalıymış . Bu konseptte bir sergi için alan olarak odalara bölünmüş Galerist’tense Rampa çok daha müsait bence. 
Bu arada Rampa’da Ergin Çavuşoğlu’nun ‘Başkalık’ adlı sergisi vardı. Bu sergide çalışmalarını Londra’da sürdüren Çavuşoğlu’nun eski ve yeni ışık heykelleri, video ve enstalasyon çalışmaları bulunuyor. Sergi 5 Kasım’a kadar devam ediyor. Meraklısına duyurulur!


En çok dikkatimi çekenlerden biri ise Artlimits’deki sergi ‘Psyche’ oldu. Carsten Witte adlı Alman fotoğraf sanatçısının nü fotoğraflarından oluşan bu sergi görsel anlamda oldukça etkileyici. Sanatçı, çektiği çıplak kadın fotoğraflarını kelebek kanatlarının ortasına yerleştirerek mutlak estetik ve güzelliği yansıtmaya çalışmış. Kelebek konsepti şu şekilde açıklanabilir: ‘Kelebekler güzelliklerinin doruk noktasında ölürler ve öldükten sonra güzellikleri solana kadar fotoğraflanırlar. Modeller bu solmadan önceki güzellikleri temsil etmektedir. Onun kusursuz ve mükemmel kadınları, sonsuza dek korunacakmış hissi veren kelebek koleksiyonlarına benzer.’ Witte bize bu sergiyle güzellik ve fanilik döngüsünü anlatıyor. Çoğu, edisyon eserler ve fiyatları da uygun. Mutlaka görün derim.  
Akaretler, ‘Art&Design Day’ şerefine o akşam ışıl ışıldı. Corvus, şaraplarını servis etti. Yeni açılan ‘The Winston Brasserie’ ve ‘Cafe Nero’ dopdolu ve capcanlıydı. Demek ki normalde gelen geçenin sayılı olduğu Akaretler’in böyle organizasyonlara ihtiyacı var. ‘Akaretler Art&Design  Day’in gelenekselleşmesini ve her yıl tekrar edilmesini ümit ediyorum.